Subpage under development, new version coming soon!
Subject: Şiir-Edebiyat
"Senin vatan haini dediğin kişiyi şimdi Türkiye'ye getirmek için tutuşuyorlar.Madem vatan haini neden mezarını getirmeye çalışıyorlar ve neden özür diliyorlar.Ayrıca yine başka bir vatan haini denilen ismi de trt de konser vermesi için çağırıyorlar."
"ya kardeşim siz ne saçmalıyorsunuz.Ben size ahmet kaya'yı mı övdüm.Senin koyduğun o videoyu ben yıllar öncesi izledim.Ahmet kaya nın ne kadar yamuk biri olduğunu hepinizden daha iyibilirim,çünkü çok araştırdım.Benim asıl karşı durduğum nokta yusuf hayaloğlu ile ilgili konuşurken ''temen'' arkadaşın ''vatan hainine şiir yazıyor demesi''
Bu iki yorum da sana ait.İlkinde benim düz mantığımı eleştirip ters mantık yaparak vatan haini olsaydı şunu bunu yapmazlardı deyip ikincisinde ne kadar yamuk bir adam olduğundan bahsetmişsin.Sanırım "yamuk" sıfatı bu iki yorum arasındaki tezatlığa yakışabilirdi ancak...
Yoksa yamukluk binlerce şehidimizin kanına ellerini batırmış(doğrudan ya da dolaylı) kansızların icraatlarını temizlemeye çalışmak mı?Yıllardır düşünüp de adını bulamadığım, sonunda çaresiz, "farklı olmak adına" yapılan şeyler dediğim şeylerden biri olarak, bu "dolaylı" akbabaların pisliklerini örtbas etmeye çalışmak mı yamukluk?
Elbette sanatın dini, dili, ırkı yoktur.Müziğin de...Ancak sözlerin dili de vardır, ırkı da, dini de...Benim burada söylediğim sözlerin kaynağı bellidir ve sözlerimin amacı hiç bir pisliği temizlemeye çalışmak değil sadece pisliğin pislik olduğunu anlatmaya çalışmaktır.
Kurt ile kuzunun karıştırıldığı bir dönemde her şey mümkün.Üstelik yolsuza yol vermek, kansıza nam vermek de moda artık.Zalime adil olmak veya mazluma sopa vurmak benim gözümde aynı şey.Zalime adil olmak da günümüzde modanın daniskası.
Buraya kadarki sözlerimin Y.Hayaloğlu ile hiç bir ilgisi yok.Tekrar söyleyeyim kendisini çok iyi tanımıyorum bildiğim tek şey en hafifletilmiş sıfatıyla "vatan haini"ne şiirler yazmış olması.Bu da benim gözümde dolaylı olmaktır işte.Bu adam ile ilgili kitaplara şiirlerinin alınması konusunda yorum yazmıştım sadece.Şöyle söyleyeyim özetle.Üniversitemizdeki bir doçentten öğrendiğim bilgilere göre Türkçe ders kitaplarına şiirlerinin konulması imkansız.Ayrıca ders kitabı hazırlama işlemlerinin de birden çok bilim dalı kullanılarak yapıldığını biliyorum.
vuralaggul, sözlerimi üstüne alıp da lütfen şahsi bir yorum yapma.Ben sadece şahsi fikirlerimi genel cümlelerle ifade etmeye çalıştım.Özele inip de ban yemek istemem :)
"ya kardeşim siz ne saçmalıyorsunuz.Ben size ahmet kaya'yı mı övdüm.Senin koyduğun o videoyu ben yıllar öncesi izledim.Ahmet kaya nın ne kadar yamuk biri olduğunu hepinizden daha iyibilirim,çünkü çok araştırdım.Benim asıl karşı durduğum nokta yusuf hayaloğlu ile ilgili konuşurken ''temen'' arkadaşın ''vatan hainine şiir yazıyor demesi''
Bu iki yorum da sana ait.İlkinde benim düz mantığımı eleştirip ters mantık yaparak vatan haini olsaydı şunu bunu yapmazlardı deyip ikincisinde ne kadar yamuk bir adam olduğundan bahsetmişsin.Sanırım "yamuk" sıfatı bu iki yorum arasındaki tezatlığa yakışabilirdi ancak...
Yoksa yamukluk binlerce şehidimizin kanına ellerini batırmış(doğrudan ya da dolaylı) kansızların icraatlarını temizlemeye çalışmak mı?Yıllardır düşünüp de adını bulamadığım, sonunda çaresiz, "farklı olmak adına" yapılan şeyler dediğim şeylerden biri olarak, bu "dolaylı" akbabaların pisliklerini örtbas etmeye çalışmak mı yamukluk?
Elbette sanatın dini, dili, ırkı yoktur.Müziğin de...Ancak sözlerin dili de vardır, ırkı da, dini de...Benim burada söylediğim sözlerin kaynağı bellidir ve sözlerimin amacı hiç bir pisliği temizlemeye çalışmak değil sadece pisliğin pislik olduğunu anlatmaya çalışmaktır.
Kurt ile kuzunun karıştırıldığı bir dönemde her şey mümkün.Üstelik yolsuza yol vermek, kansıza nam vermek de moda artık.Zalime adil olmak veya mazluma sopa vurmak benim gözümde aynı şey.Zalime adil olmak da günümüzde modanın daniskası.
Buraya kadarki sözlerimin Y.Hayaloğlu ile hiç bir ilgisi yok.Tekrar söyleyeyim kendisini çok iyi tanımıyorum bildiğim tek şey en hafifletilmiş sıfatıyla "vatan haini"ne şiirler yazmış olması.Bu da benim gözümde dolaylı olmaktır işte.Bu adam ile ilgili kitaplara şiirlerinin alınması konusunda yorum yazmıştım sadece.Şöyle söyleyeyim özetle.Üniversitemizdeki bir doçentten öğrendiğim bilgilere göre Türkçe ders kitaplarına şiirlerinin konulması imkansız.Ayrıca ders kitabı hazırlama işlemlerinin de birden çok bilim dalı kullanılarak yapıldığını biliyorum.
vuralaggul, sözlerimi üstüne alıp da lütfen şahsi bir yorum yapma.Ben sadece şahsi fikirlerimi genel cümlelerle ifade etmeye çalıştım.Özele inip de ban yemek istemem :)
ya al yusuf senın olsun.benım ona lafım yok zaten hakkında fazla bılgı sahıbi degilim...
bende o vatan haininin; isminin buralarda telafuz edılmesıne karsıyım..
bende o vatan haininin; isminin buralarda telafuz edılmesıne karsıyım..
Anlamamak da saçmalamayı doğurabilir. Yusuf Hayaloğlu'na söz etmedim,tanımam etmem...Temen arkadaş da 'sadece bunu biliyorum' demiş doğruya doğru 'o da şöyle böyledir' dememiş. Neyse...Yeter başlığın kirlendiği...
Parti Parti
Düşün kavra öyle oku
Sorma sakın acı toku
Yaşamadan büyük şoku
Malı götür parti parti
Bizim parti açar kapı
Girmeyene kalır sapı
Haydi, zıpla yutma hapı
Malı götür parti parti
Oğluna iş kızına aş
Verene eğ hemencik baş
Akıt iki damla da yaş
Malı götür parti parti
Her devirde bukalemun
Oluversen olmaz sorun
Sal kepçeyi doysun torun
Malı götür parti parti
Eğleniriz cümbüş neşe
Bey gelirse halı döşe
Kur masayı patlat şişe
Malı götür parti parti
Adın çıksa soyguncuya
Soyu bozuk vurguncuya
Sen ortak ol hortumcuya
Malı götür parti parti
Bilmez misin hedef belli
Ulan çabuk be hey zilli
Sende oyna çiftetelli
Malı götür parti parti
Eğil eğil sakın korkma
Araya kimseyi sokma
İri iri olsun lokma
Malı götür parti parti
Değişir mi acep devir
Rağbet görür kalça çevir
Bedavayı edin revir
Malı götür parti parti
Laf üretir bizim parti
Bilinmez İslam’ın şartı
Göster dürüstlere kartı
Malı götür parti parti
Partimize göre adam
Olur, isen işler tamam
Ağalarla yola devam
Malı götür parti parti
İşimizde torpil tavan
Bal yüklüdür fenni kovan
Yetim hakkı yenir yavan
Malı götür parti parti
Üç pay bana bir pay sana
Gayret ette kalma sona
El açarız ona buna
Malı götür parti parti
Yeter artık sık dişini
Sok hortumu tak fişini
Her vurgunda bil işini
Malı götür parti parti
İşte bunlar aynı zevat
Keramet ehliymiş o zat
Namaz rüşvet olsun tezat
Malı götür parti parti
Bakma gardaş aval aval
Her oyuna çalma kaval
Allah verir sonra zeval
Partin batsın parti parti
Ne ondanım ne bundanım
Yolsuzluktan yandı canım
Kurtulsun artık vatanım
Partin batsın parti parti
Ben söyledim ne anlarsan
Her çanakta bal sanarsan
Boş ver beyim der susarsan
Adın batsın parti parti
Çene çalma ulan Fevzi
Beyaz kefen diker terzi
Hakka sığın odur mevzi
Mal isteme parti parti
Düşün kavra öyle oku
Sorma sakın acı toku
Yaşamadan büyük şoku
Malı götür parti parti
Bizim parti açar kapı
Girmeyene kalır sapı
Haydi, zıpla yutma hapı
Malı götür parti parti
Oğluna iş kızına aş
Verene eğ hemencik baş
Akıt iki damla da yaş
Malı götür parti parti
Her devirde bukalemun
Oluversen olmaz sorun
Sal kepçeyi doysun torun
Malı götür parti parti
Eğleniriz cümbüş neşe
Bey gelirse halı döşe
Kur masayı patlat şişe
Malı götür parti parti
Adın çıksa soyguncuya
Soyu bozuk vurguncuya
Sen ortak ol hortumcuya
Malı götür parti parti
Bilmez misin hedef belli
Ulan çabuk be hey zilli
Sende oyna çiftetelli
Malı götür parti parti
Eğil eğil sakın korkma
Araya kimseyi sokma
İri iri olsun lokma
Malı götür parti parti
Değişir mi acep devir
Rağbet görür kalça çevir
Bedavayı edin revir
Malı götür parti parti
Laf üretir bizim parti
Bilinmez İslam’ın şartı
Göster dürüstlere kartı
Malı götür parti parti
Partimize göre adam
Olur, isen işler tamam
Ağalarla yola devam
Malı götür parti parti
İşimizde torpil tavan
Bal yüklüdür fenni kovan
Yetim hakkı yenir yavan
Malı götür parti parti
Üç pay bana bir pay sana
Gayret ette kalma sona
El açarız ona buna
Malı götür parti parti
Yeter artık sık dişini
Sok hortumu tak fişini
Her vurgunda bil işini
Malı götür parti parti
İşte bunlar aynı zevat
Keramet ehliymiş o zat
Namaz rüşvet olsun tezat
Malı götür parti parti
Bakma gardaş aval aval
Her oyuna çalma kaval
Allah verir sonra zeval
Partin batsın parti parti
Ne ondanım ne bundanım
Yolsuzluktan yandı canım
Kurtulsun artık vatanım
Partin batsın parti parti
Ben söyledim ne anlarsan
Her çanakta bal sanarsan
Boş ver beyim der susarsan
Adın batsın parti parti
Çene çalma ulan Fevzi
Beyaz kefen diker terzi
Hakka sığın odur mevzi
Mal isteme parti parti
Sorulur Bir Gün
Yaşasan sarayda köşkte ne fayda
Onun da hesabı sorulur bir gün
Makamda otursan çalsan da gayda
Onun da hesabı sorulur bir gün
Sen sen ol incitme gönül erini
Kalkar neşter vurup yüzer derini
Hiç unutma düşün öte yerini
Bu günün hesabı sorulur bir gün
Bağında işçiyi zorla terletme
Tahtını güllendir onu kirletme
İşçiden çalıp ta sakın gizletme
Saklının hesabı sorulur bir gün
Beklermiş kapında dilsiz neferin
Hangi yöne gider acep seferin
Bismillah’sız isen bitmez kederin
Seferin hesabı sorulur bir gün
Düzen sağlanır mı yetim ezerek
Efendi olunmaz insan döverek
Karın doyar mı ki haram yiyerek
Haramın hesabı sorulur bir gün
Çukutlu susmaya yoktur niyetin
Davul zurna çalar bütün heyetin
Ahirete var mı yok mu diyetin
Diyetin hesabı sorulur bir gün
Yaşasan sarayda köşkte ne fayda
Onun da hesabı sorulur bir gün
Makamda otursan çalsan da gayda
Onun da hesabı sorulur bir gün
Sen sen ol incitme gönül erini
Kalkar neşter vurup yüzer derini
Hiç unutma düşün öte yerini
Bu günün hesabı sorulur bir gün
Bağında işçiyi zorla terletme
Tahtını güllendir onu kirletme
İşçiden çalıp ta sakın gizletme
Saklının hesabı sorulur bir gün
Beklermiş kapında dilsiz neferin
Hangi yöne gider acep seferin
Bismillah’sız isen bitmez kederin
Seferin hesabı sorulur bir gün
Düzen sağlanır mı yetim ezerek
Efendi olunmaz insan döverek
Karın doyar mı ki haram yiyerek
Haramın hesabı sorulur bir gün
Çukutlu susmaya yoktur niyetin
Davul zurna çalar bütün heyetin
Ahirete var mı yok mu diyetin
Diyetin hesabı sorulur bir gün
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme
Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme
Mevlana
Dinlemek isteyen olursa yılmaz erdoğan yorumuyla dinleyebilir.
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme
Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme
Mevlana
Dinlemek isteyen olursa yılmaz erdoğan yorumuyla dinleyebilir.
Bir ağaca yaslamıştır sırtını,
Ayakları boşluktadır.
Kirpiklerinden asılan bir üzüntü,
Yanaklarından sızmaktadır.
Neden sustuğunu bilen yok
Yüreği yokluktadır,
İçinde duran kadın
Artık uzaklardadır
Ayakları boşluktadır.
Kirpiklerinden asılan bir üzüntü,
Yanaklarından sızmaktadır.
Neden sustuğunu bilen yok
Yüreği yokluktadır,
İçinde duran kadın
Artık uzaklardadır
LEKE
Namus lekesi değil alnımda gördüğünüz,
Vurulmuşum, vurulmuş düşmüşüm güpe gündüz.
Şakağımdaki kansa, o benim gülüşümdür,
Namert sürünmektense, erkekçe ölüşümdür.
Şaşırmayın, korkmayın, ürkmeyin ey yiğitler,
Bakın etrafımızı, nasıl sarıyor kızıl itler!
Zaten faydası yoktur korkaklığın ecele,
Yaşamak hakkın lakin; istiklâlinle bile.
İhtirama zaman yok, merasime ne hacet?
Size düşen daha çok vazifeler var. Evet...
Evet!.. Böyle sürerse bu eşkıya kanunu,
Müebbet felakettir milletimin sonu.
Size selâm gönderdi kırk yiğidiyle Kürşad
Sizden haber bekliyor yüz milyon; imdat! imdat!
Hala tevekkülde mi kararlısın yoksa?
Sükût neyi halleder, yaran oyuk oyuksa?
Tevekkül Allah'adır zillete katlanılmaz!
Ya hayat ya ölüm! Bunun ötesi olmaz.
Namus lekesi değil alnımdaki bu leke,
Asırlardır karşıma çıkmazken tek teke
Önümüzde dalkavukluk, meddahlık edenleri,
Şimdi iyi tanı, gör neymiş hünerleri...
Mütefekkirler echel, realistler yalancı,
Hayret! Dünkü yabancı, bugün bu handa hancı...
Dağdan bağa inenler, yoluma kül döküyor
Benim ayak izlerim taşralı gözüküyor
Farkına yeni vardım, ben suçluymuşum meğer
Otağımda cellatlar... Kaçmak!.. Bu neye değer!
Ne papyon kravatlı, ne rugan papuçluyum
Halisâne Türk'üm ben, onun için suçluyum.
Suçluyum, hainleri gözlerinden tanırım ben.
Bir intizar dinlerim şu toprağın kalbinden.
O ses der ki bana: -Ey oğul, yazıklar olsun sana!
Mezarımı kirleten, şu mahlûka baksana!
Baktım...Düşmüş hainler gafillerin peşine
Benim Bozkurt yurdumda, çakalların işi ne?
Fırlamışım yayımdan, ok hedefi mutlaka bulur
Son kale, son akında, ancak böyle kurtulur.
Namus lekesi değil, kurşun yarasıdır o.
Asrın adaletine, bir yüz karasıdır bu!
Arz-ı endam etsinler... Mütebessim, mutantan.
Sonra da sulh severiz, deyiversinler Yalan!
Yalandır ne söyleseler, beşeriyyet namına,
Hanumanlar yıkılır, bu şer'riyet namına.
Adi cinayetlerle küllenir asıl yara
Can yakar, göz yaşarır, alır yürür bu sara
Sokaktan okullara, okuldan minareye
Bu kıvılcım saçılırken bekçiler uyur, niye?
Kimdir bu uyanıklar, niçin uyur uyuyan?
Beş kıt'a birbirine dokunur zaman zaman
Bayraklar indirilir, paçavralar sallanır
İşte bu kızıl itler, bu sayede yollanır.
İnsan denmez bir avuç yal için sürünene
İnsan denmez sesimden ürküp, dev görünene
İnsan denmez iltifat, iltizam edenlere
İnsan denmez yenilen ve önde gidenlere
İnsan denmez gözyaşı döküp, ter dökmeyene
İnsan denmez hedefi görüp diz çökmeyene
Ben şühedâ nesliyim, başkaya varmaz dilim
Belki mağdurum ama, asla mey'us değilim.
Gökbayrak albayrağa bir gün çizerken ufuk
O büyük kurtuluşa yürürken çoluk çocuk
Bu nefes bu bedeni terkedip gitse de
Ruhum at koşturacak, o büyük hengâmede.
Namus lekesi değil, artık bilinmeli bu!
Asıl leke bellidir, kökten silinmeli bu!
Bir isyan cinnet gibi, bir günkü kâbus gibi
Karşımda tomsonlular, yunan gibi rus gibi
Ey gönüllü bayraktar, ey devşirme dölleri!
İleri, biraz daha, biraz daha ileri.
İhanet oyununda, peşrev çekenler bu kez
Bilsinler ki bu toprak, hainleri hiç sevmez!
Bugün sabreyleyenler, bir gün bezecekler
Tutup başlarını, taşlarla ezecekler.
Atalarımız bize, böyle buyurdu
Ey ecdat sevgisiyle taşan kahraman ordu
Bu hakimler veremez, hükmünü bu celsenin
Hazır olun Bozkurtlar! Hüküm sırası sizin!
Muhteşem bir şiir.Şairinin kim olduğunu bilmiyorum.Sanırım tanınmış bir şair değil.Osman Öztunç olağanüstü yorumluyor bu şiiri.Ancak internetteki vidyosunuda şiirin sadece bir kısmı var.Öztunç'un şiirin tamamını okuduğunu gösteren vidyoyu bulan olursa ya da bilen varsa lütfen haber etsin bana.
Vidyoyu izlemek isteyenler varsa:
http://www.video75.com/50TvkOkHiN0/benim-bozkurt-yurdumda-cakallarin-isi-ne/
Namus lekesi değil alnımda gördüğünüz,
Vurulmuşum, vurulmuş düşmüşüm güpe gündüz.
Şakağımdaki kansa, o benim gülüşümdür,
Namert sürünmektense, erkekçe ölüşümdür.
Şaşırmayın, korkmayın, ürkmeyin ey yiğitler,
Bakın etrafımızı, nasıl sarıyor kızıl itler!
Zaten faydası yoktur korkaklığın ecele,
Yaşamak hakkın lakin; istiklâlinle bile.
İhtirama zaman yok, merasime ne hacet?
Size düşen daha çok vazifeler var. Evet...
Evet!.. Böyle sürerse bu eşkıya kanunu,
Müebbet felakettir milletimin sonu.
Size selâm gönderdi kırk yiğidiyle Kürşad
Sizden haber bekliyor yüz milyon; imdat! imdat!
Hala tevekkülde mi kararlısın yoksa?
Sükût neyi halleder, yaran oyuk oyuksa?
Tevekkül Allah'adır zillete katlanılmaz!
Ya hayat ya ölüm! Bunun ötesi olmaz.
Namus lekesi değil alnımdaki bu leke,
Asırlardır karşıma çıkmazken tek teke
Önümüzde dalkavukluk, meddahlık edenleri,
Şimdi iyi tanı, gör neymiş hünerleri...
Mütefekkirler echel, realistler yalancı,
Hayret! Dünkü yabancı, bugün bu handa hancı...
Dağdan bağa inenler, yoluma kül döküyor
Benim ayak izlerim taşralı gözüküyor
Farkına yeni vardım, ben suçluymuşum meğer
Otağımda cellatlar... Kaçmak!.. Bu neye değer!
Ne papyon kravatlı, ne rugan papuçluyum
Halisâne Türk'üm ben, onun için suçluyum.
Suçluyum, hainleri gözlerinden tanırım ben.
Bir intizar dinlerim şu toprağın kalbinden.
O ses der ki bana: -Ey oğul, yazıklar olsun sana!
Mezarımı kirleten, şu mahlûka baksana!
Baktım...Düşmüş hainler gafillerin peşine
Benim Bozkurt yurdumda, çakalların işi ne?
Fırlamışım yayımdan, ok hedefi mutlaka bulur
Son kale, son akında, ancak böyle kurtulur.
Namus lekesi değil, kurşun yarasıdır o.
Asrın adaletine, bir yüz karasıdır bu!
Arz-ı endam etsinler... Mütebessim, mutantan.
Sonra da sulh severiz, deyiversinler Yalan!
Yalandır ne söyleseler, beşeriyyet namına,
Hanumanlar yıkılır, bu şer'riyet namına.
Adi cinayetlerle küllenir asıl yara
Can yakar, göz yaşarır, alır yürür bu sara
Sokaktan okullara, okuldan minareye
Bu kıvılcım saçılırken bekçiler uyur, niye?
Kimdir bu uyanıklar, niçin uyur uyuyan?
Beş kıt'a birbirine dokunur zaman zaman
Bayraklar indirilir, paçavralar sallanır
İşte bu kızıl itler, bu sayede yollanır.
İnsan denmez bir avuç yal için sürünene
İnsan denmez sesimden ürküp, dev görünene
İnsan denmez iltifat, iltizam edenlere
İnsan denmez yenilen ve önde gidenlere
İnsan denmez gözyaşı döküp, ter dökmeyene
İnsan denmez hedefi görüp diz çökmeyene
Ben şühedâ nesliyim, başkaya varmaz dilim
Belki mağdurum ama, asla mey'us değilim.
Gökbayrak albayrağa bir gün çizerken ufuk
O büyük kurtuluşa yürürken çoluk çocuk
Bu nefes bu bedeni terkedip gitse de
Ruhum at koşturacak, o büyük hengâmede.
Namus lekesi değil, artık bilinmeli bu!
Asıl leke bellidir, kökten silinmeli bu!
Bir isyan cinnet gibi, bir günkü kâbus gibi
Karşımda tomsonlular, yunan gibi rus gibi
Ey gönüllü bayraktar, ey devşirme dölleri!
İleri, biraz daha, biraz daha ileri.
İhanet oyununda, peşrev çekenler bu kez
Bilsinler ki bu toprak, hainleri hiç sevmez!
Bugün sabreyleyenler, bir gün bezecekler
Tutup başlarını, taşlarla ezecekler.
Atalarımız bize, böyle buyurdu
Ey ecdat sevgisiyle taşan kahraman ordu
Bu hakimler veremez, hükmünü bu celsenin
Hazır olun Bozkurtlar! Hüküm sırası sizin!
Muhteşem bir şiir.Şairinin kim olduğunu bilmiyorum.Sanırım tanınmış bir şair değil.Osman Öztunç olağanüstü yorumluyor bu şiiri.Ancak internetteki vidyosunuda şiirin sadece bir kısmı var.Öztunç'un şiirin tamamını okuduğunu gösteren vidyoyu bulan olursa ya da bilen varsa lütfen haber etsin bana.
Vidyoyu izlemek isteyenler varsa:
http://www.video75.com/50TvkOkHiN0/benim-bozkurt-yurdumda-cakallarin-isi-ne/
Farklı hesaplar dönüyor dünya çevresinde‚
Dillerde büyülü sözler şeytan şivesinde‚
Binbir mezalimle kıvrım kıvrım tüm insanlık‚
İşlenen zulümler demokrasi gölgesinde.
Güzel bir dörtlük tabi bu sadece:) Salı günü Avrupa Birliği ödevini yapmak için bir kütüphaneye gitmiştik arkadaşlarla. Sonra oradaki fotokopi makinası bozukmuş. Dışarıda kırtasiyeye gittik. O kırtasiyede yazıyordu bu yazı:) Hoşuma gitti öyle telefonuma falan yazmıştım. Paylaşayım dedim:)
Dillerde büyülü sözler şeytan şivesinde‚
Binbir mezalimle kıvrım kıvrım tüm insanlık‚
İşlenen zulümler demokrasi gölgesinde.
Güzel bir dörtlük tabi bu sadece:) Salı günü Avrupa Birliği ödevini yapmak için bir kütüphaneye gitmiştik arkadaşlarla. Sonra oradaki fotokopi makinası bozukmuş. Dışarıda kırtasiyeye gittik. O kırtasiyede yazıyordu bu yazı:) Hoşuma gitti öyle telefonuma falan yazmıştım. Paylaşayım dedim:)
Ozan Arif'in isminden bile ürkenlere binlerce ozanın dilinden ve gönlünden bir şiir.Kendine yabancılaşan kadın-erkek herkesin haddini bilmesi için paylaşıyorum.Onlara had bildirmek bu "ozan"ların hakkıdır.
TOPAL ASKER
Ey saçları "alagarson" kesik hanım kız!
Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!
Bacağımla alay etme pek topla diye.
Bir sorsana o topallık nerden hediye ?
Sen Şişli'de dansederken her gece, gündüz
Biz ötede ne ovalar, çaylar, ne dümdüz
Yaylaları geçtik, karlı dağları aştık;
Siz salonda dansederken bizler savaştık.
Ey dudağı kanım gibi kıpkırmızı kız,
Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!
Olan işler dimağını azıcık yorsun!
Biliyorum elbisemle eğleniyorsun;
Biliyorum baldırını o kadar nazla
Örten bir tek ipek çorap kıymetçe fazla
Benim bütün elbisemden... Hatta kendimden...
Biliyorum: Çünkü bugün şu dünyada ben
Neyim? Bir hiç... işe güce yaramaz, topal...
Sen sağlamsın senin hakkın dünyadan zevk al:
Çünkü orda düşmanlarla boğuşurken biz
Siz muhteşem salonlarda şarap içtiniz!
Ey gözünün rengi bana yabancı güzel,
Her yolcunun uğradığı ey hancı güzel!
Sen yabancı kucaklarda yaşarken her gün
Yapıyorduk bizde kanla, barutla düğün.
Sen o sıcak odalarda cilveli, mahmur
Dolaşırken... Biz de tipi, fırtına, yağmur,
Kar altında kanlar döktük, canlar yıprattık;
Aç yaşadık, susuz kaldık, taşlarda yattık
Sen açılmış bir bahardın, biz kara kıştık;
Bizden üstün ordularla böyle çarpıştık...
Gülme bana bakıp pek arsız arsız
Sen ey dışı güzel, fakat içi çamur kız!
Sana karşı haykıranı mecbursun dinle;
Bugün hesap göreceğiz artık seninle:
Ben cephede geberirken, geride vatan
Aşkı ile bin belalı işe can atan
Anam, babam, karım, kızım eziliyorken
Dağlar kadar yük altında... Gel, cevap ver, sen
Bana anlat, anlat bana, siz ne yaptınız?
Köpek gibi oynaştınız, fuhşa taptınız!
Anavatan boğulurken kıpkızıl kanda
Yalnız gönül verdiniz siz zevke, cazbanda...
Ey nankör kız, ey fahişe unutma şunu:
Sizin için harbederken yedim kurşunu.
Onun için topal kaldı böyle bacağım,
Onun için tütmez oldu artık ocağım.
Nazlı nazlı yatıyorken sen yataklarda
Sallanarak ölü kaldık biz bataklarda.
Kalbur oldu süngülerle çelik bağrımız,
Bu amansız boğuşmada öldü yarımız,
Ya siz nasıl yaşadınız? Bizim kanımız
Size şarap oldu sanki... Şehit canımız
Güya sizin mezenizdi! Yiyip içtiniz;
Zıpladınız,kudurdunuz arsız,edepsiz!...
Gerçi salonlarda "yıldız" dı senin adın,
Hakkikatte fahişesin ey alçak kadın!
Ey allıklı ve düzgünlü yosma bil şunu:
Bütün millet öğrenmiştir senin fuhşunu.
Omuzunda neden seni fuzuli çeksin?
Kinimizin şiddetiyle gebereceksin!..
TOPAL ASKER
Ey saçları "alagarson" kesik hanım kız!
Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!
Bacağımla alay etme pek topla diye.
Bir sorsana o topallık nerden hediye ?
Sen Şişli'de dansederken her gece, gündüz
Biz ötede ne ovalar, çaylar, ne dümdüz
Yaylaları geçtik, karlı dağları aştık;
Siz salonda dansederken bizler savaştık.
Ey dudağı kanım gibi kıpkırmızı kız,
Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!
Olan işler dimağını azıcık yorsun!
Biliyorum elbisemle eğleniyorsun;
Biliyorum baldırını o kadar nazla
Örten bir tek ipek çorap kıymetçe fazla
Benim bütün elbisemden... Hatta kendimden...
Biliyorum: Çünkü bugün şu dünyada ben
Neyim? Bir hiç... işe güce yaramaz, topal...
Sen sağlamsın senin hakkın dünyadan zevk al:
Çünkü orda düşmanlarla boğuşurken biz
Siz muhteşem salonlarda şarap içtiniz!
Ey gözünün rengi bana yabancı güzel,
Her yolcunun uğradığı ey hancı güzel!
Sen yabancı kucaklarda yaşarken her gün
Yapıyorduk bizde kanla, barutla düğün.
Sen o sıcak odalarda cilveli, mahmur
Dolaşırken... Biz de tipi, fırtına, yağmur,
Kar altında kanlar döktük, canlar yıprattık;
Aç yaşadık, susuz kaldık, taşlarda yattık
Sen açılmış bir bahardın, biz kara kıştık;
Bizden üstün ordularla böyle çarpıştık...
Gülme bana bakıp pek arsız arsız
Sen ey dışı güzel, fakat içi çamur kız!
Sana karşı haykıranı mecbursun dinle;
Bugün hesap göreceğiz artık seninle:
Ben cephede geberirken, geride vatan
Aşkı ile bin belalı işe can atan
Anam, babam, karım, kızım eziliyorken
Dağlar kadar yük altında... Gel, cevap ver, sen
Bana anlat, anlat bana, siz ne yaptınız?
Köpek gibi oynaştınız, fuhşa taptınız!
Anavatan boğulurken kıpkızıl kanda
Yalnız gönül verdiniz siz zevke, cazbanda...
Ey nankör kız, ey fahişe unutma şunu:
Sizin için harbederken yedim kurşunu.
Onun için topal kaldı böyle bacağım,
Onun için tütmez oldu artık ocağım.
Nazlı nazlı yatıyorken sen yataklarda
Sallanarak ölü kaldık biz bataklarda.
Kalbur oldu süngülerle çelik bağrımız,
Bu amansız boğuşmada öldü yarımız,
Ya siz nasıl yaşadınız? Bizim kanımız
Size şarap oldu sanki... Şehit canımız
Güya sizin mezenizdi! Yiyip içtiniz;
Zıpladınız,kudurdunuz arsız,edepsiz!...
Gerçi salonlarda "yıldız" dı senin adın,
Hakkikatte fahişesin ey alçak kadın!
Ey allıklı ve düzgünlü yosma bil şunu:
Bütün millet öğrenmiştir senin fuhşunu.
Omuzunda neden seni fuzuli çeksin?
Kinimizin şiddetiyle gebereceksin!..
evet yine "nuri can'la can cana" tadında bir şiir. devamını bekleriz.
Sodom ve Gomore adlı bir öykü vardı.Orada işlenen konu da buydu.İngiliz subaylarına mezelik yapıp gazilerimizle alay eden bugünün ahlâk ve kıymet özürlü rahat tiplerinden söz ediyordu.Tabi kendi kültüründen,milli değerlerinden,duygusal bağlarından,vefa bilincinden nasip almayıp bu zavallı genç kızlar gibi onun bunun yalanı,yalakası durumuna düşenler bunları hep unutturmaya çalışıyorlar.O hikaye,bu safsata,şu duygu sömürüsü diye diye sapla samanı eritip duygular ve hafızadan yoksunlaşmış insanlar.Tabi sen o topal askercisin o da öyleyim demese de bu alaycı zavallı kız konumundadır;muhakkaktır ki seni anlamaya tenezzül bile etmeyecek,aksine durumunu baltalayacaktır.
(edited)
(edited)
Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu kitapta Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul’da yaşayan bir zümreyi ve bu zümre içindeki insanların ilişkileri anlatarak ahlak ve toplum değerlerini anlatır ve sorgular. Kronolojik sırada “Hüküm Gecesi” nden sonra gelir.
Aynı Kiralık Konak kitabında olduğu gibi bu kitapta da bir aşk hikâyesi vardır. Kiralık Konak’taki Seniha bu kitapta Leyla, Hakkı Celis Necdet, Servet Bey Sami Bey olmuştur. Tabii ki bu benzerlik birebir değildir ama yazar çürümüşlüğü anlatmak için benzer roller biçmiştir karakterlerine.
Leyla, Seniha gibi sıkışmış ve kurtulmak isteyen bir kız değildir. Aksine, hayatından daha memnun ve Seniha’dan daha sığ, içgüdülerine gore yaşayan, düşünmeyen bilhassa düşünmeyi sevmeyen biridir. Necdet, Leyla’nın nişanlısıdır ve O’na aşıktır. Bu aşkın yarattığı acizlik, Leyla’yı tamamen Necdet’in zahiri yapmaktadır. Bu yönüyle Hakkı Celis’e benzemekle beraber Necdet, Hakkı Celis kadar toy değildir. Yıllarca Avrupa’da yaşamış, kadınları tanıma imkânı bulmuştur.
Sami Bey, kendi insanına kesinlikle güvenmeyen ve hatta insanını küçümseyen, Avrupa’nın üstünlüğünü her şeyin üstüne koyan, kendi gemisini yürütmek için her türlü değerini sokağa atacak bir mahluktur ve Kiralık Konak’taki Servet Bey’in nerdeyse tıpatıp aynısıdır. Avrupa, özellikle İngiltere’yi gözünde o denli büyütür ki Türklerin İngilizlere karşı bir savaş kazanabileceğine bir türlü inanamaz. Zira, “Sami Bey için, İngiltere, ortaksız bir ilahtır, dünyanın bütün işleri, bütün dünya milletilernin alınyazıları onun vereceği kararlara ve hükümlere bağlıdır... Şimdi nasıl olur da, bir avuç Anadolu Türk’ünün bu heybetli kudrete rağmen başarıya ulaşacağına ihtimal verebilirdi?”. Sami Bey, aslında Tanzimat’ın yetiştiği tipik bir Türk insanıdır ve “Türk’ten başka her milletin gücüne inanırlar ve Türkiye’ye ait meselelerin mutlaka başkaları taafından halledilebileceği fikrindedirler.”
Aslında Sami Bey’in bu kişiliksiz, bireysel hali kitaptaki bir çok karakterde vardır. Bir çoğu kendi ülkelerini işgal eden ülkelerin askerleriyle yatıp kalkarak nüfuz sahibi olmak ve egolarını tatmin etmek istemektedirler. Bir İngiliz zabitiyle yatmak veya görünmek bir Türk kadını için çok önemli olabilmekte veya bir Türk erkeği başka bir İngiliz zabitiyle ilişkiye girebilmektedir.
Yine de yazar, Sami Bey’in bu kişiliksiz haline tarihsel sebepler bulabilirken Leyla’nın sığlığını bu muhasebenin hemen arkasından bir kez daha yargılar ve O’nun dünyada ne için yaşadığını bilmemezliğini gözler önüne serer.
Zaten yazarın İstanbul’u Sodom ve Gomore’ye benzetmesindeki asıl sebeplerden biri budur. İnsanların toplumsal değerlerden tamamen kopuk şekilde, inanılmaz seviyesiz şekillerde birbirleriyle yaşamaları, ülkeleri hakkında en ufak bir iyi niyet beslememeleri ve bunda hiç bir beis görmemeleridir. Yazar, Romanda anlatılan Türkler’i ülkelerinin değerlerinden ve insanlarından o kadar uzaklaştırıp onları kişiliksiz ve duruşsuzlaştırmıştır ki bunu her fırsatta betimleyemeye çalışır. Örneğin, Madam Jimson’un İngiliz veya Avusturyalı olduğunu kanıtlamaya çalıştığı sırada Türk tabiiyetinde olduğunun ortaya çıkmasıyla “...Bu yalanı hangi alçak uydurmuş; söyleyin hangi alçak bu iftirayı benim üzerime atmış?...” verdiği tepki bu güruhun Türk olmayı ne kadar küçük düşürücü bir şey olarak gördüklerini göstermeye çalışır.
Necdet, bu insanlardan biraz ayrı bir karakterde olsa da sinik ve aciz yanı O’nu bu ortamın hep kenarlarında dolaştırır. Leyla’nın peşinden savrulurken, Leyla’nın işgal günlerinin gece hayatına ve sefahat inanlarına kendini bırakmasını izler ve kendini daha da küçük hisseder. Kinle, öfkeyle de dolsa yine de Leyla’dan uzun süre kopamaz. Aslında Anadolu’nun farkındadır hatta orda olmak, milletinin verdiği yaşam mücadelesine katılmak istemektedir içten içe. Bu mücadeleyi veren halkını, “...babaları savaşa gitmiş yavrularınnın beşiğini sallayan temiz ve sabırlı kadınlar, vücutlarını Allah tarafından kendilerine teslim edilmiş bir kutsal emanet gibi saklayan genç kızlar, bunların üstüne şefkatle titreyen nur yüzlü nineler ve Anadolu’ya dair son iyi haberleri bildiren gazeteyi bir muska gibi devşirip cebine yerleştirdikten sonra sanki kendisini bütün dünyanın hazinelerine sahip bir adam kadar mesut hisseden fakir vatandaşlar” diye anlatarak onlara büyük saygı beslemektedir. Kitabın sonuna doğru aşkın etkisinden kurtuldukça canlanan yepyeni toplumsal dalgaya, Kurtuluş Savaşı’na, kendini verir. Hatta roman karakterlerinin içinde Türklerin kazandıkları savaşa sevinen iki kişiden biridir. Çünkü, “bu genç adam, yalnız memlekete ait umumi kinlerin hıncını değil, doğrudan doğruya kendi şahsi acılarının da intikamını alıyordu.”
İstanbul’un bu hali İngiliz askerlerini bile iğrendirmektedir. Romanın en yakışıklı ve sükseli askeri Captain Jackson Read, “...Buradan gitmek istiyorum. Şark semasının bu çiğ aydınlığı, bu yaygaracı insanları, bu pis, bu kokmuş şehir bana bir tiksinti vermeğe başladı.” diyerek yaşadığı İstanbul’ anlatır. Diğer İngiliz asker Marlow ise İstanbul’da yaşadığı dönemdeki Türkleri anlatırken “Bunlar ne olduklarını bilmeyen birtakım mahluklardı. Henüz hangi milletten olduğu anlaşılmayan ve bugünlerde sanırım, Türk olmadığını ispata çalışan Madam Jimson gibi bütün tanıdığınız erkek ve kadınlara birre sosyal “gilat-ı hilkat” gözüyle bakılabilir. Her milletin içinden soysuzlar çıkabilir.” diyerek romanda anlatılan Türklerin aslında ne kadar küçümsenecek insan karakterleri olduğunu anlatır.
Aynı Kiralık Konak kitabında olduğu gibi bu kitapta da bir aşk hikâyesi vardır. Kiralık Konak’taki Seniha bu kitapta Leyla, Hakkı Celis Necdet, Servet Bey Sami Bey olmuştur. Tabii ki bu benzerlik birebir değildir ama yazar çürümüşlüğü anlatmak için benzer roller biçmiştir karakterlerine.
Leyla, Seniha gibi sıkışmış ve kurtulmak isteyen bir kız değildir. Aksine, hayatından daha memnun ve Seniha’dan daha sığ, içgüdülerine gore yaşayan, düşünmeyen bilhassa düşünmeyi sevmeyen biridir. Necdet, Leyla’nın nişanlısıdır ve O’na aşıktır. Bu aşkın yarattığı acizlik, Leyla’yı tamamen Necdet’in zahiri yapmaktadır. Bu yönüyle Hakkı Celis’e benzemekle beraber Necdet, Hakkı Celis kadar toy değildir. Yıllarca Avrupa’da yaşamış, kadınları tanıma imkânı bulmuştur.
Sami Bey, kendi insanına kesinlikle güvenmeyen ve hatta insanını küçümseyen, Avrupa’nın üstünlüğünü her şeyin üstüne koyan, kendi gemisini yürütmek için her türlü değerini sokağa atacak bir mahluktur ve Kiralık Konak’taki Servet Bey’in nerdeyse tıpatıp aynısıdır. Avrupa, özellikle İngiltere’yi gözünde o denli büyütür ki Türklerin İngilizlere karşı bir savaş kazanabileceğine bir türlü inanamaz. Zira, “Sami Bey için, İngiltere, ortaksız bir ilahtır, dünyanın bütün işleri, bütün dünya milletilernin alınyazıları onun vereceği kararlara ve hükümlere bağlıdır... Şimdi nasıl olur da, bir avuç Anadolu Türk’ünün bu heybetli kudrete rağmen başarıya ulaşacağına ihtimal verebilirdi?”. Sami Bey, aslında Tanzimat’ın yetiştiği tipik bir Türk insanıdır ve “Türk’ten başka her milletin gücüne inanırlar ve Türkiye’ye ait meselelerin mutlaka başkaları taafından halledilebileceği fikrindedirler.”
Aslında Sami Bey’in bu kişiliksiz, bireysel hali kitaptaki bir çok karakterde vardır. Bir çoğu kendi ülkelerini işgal eden ülkelerin askerleriyle yatıp kalkarak nüfuz sahibi olmak ve egolarını tatmin etmek istemektedirler. Bir İngiliz zabitiyle yatmak veya görünmek bir Türk kadını için çok önemli olabilmekte veya bir Türk erkeği başka bir İngiliz zabitiyle ilişkiye girebilmektedir.
Yine de yazar, Sami Bey’in bu kişiliksiz haline tarihsel sebepler bulabilirken Leyla’nın sığlığını bu muhasebenin hemen arkasından bir kez daha yargılar ve O’nun dünyada ne için yaşadığını bilmemezliğini gözler önüne serer.
Zaten yazarın İstanbul’u Sodom ve Gomore’ye benzetmesindeki asıl sebeplerden biri budur. İnsanların toplumsal değerlerden tamamen kopuk şekilde, inanılmaz seviyesiz şekillerde birbirleriyle yaşamaları, ülkeleri hakkında en ufak bir iyi niyet beslememeleri ve bunda hiç bir beis görmemeleridir. Yazar, Romanda anlatılan Türkler’i ülkelerinin değerlerinden ve insanlarından o kadar uzaklaştırıp onları kişiliksiz ve duruşsuzlaştırmıştır ki bunu her fırsatta betimleyemeye çalışır. Örneğin, Madam Jimson’un İngiliz veya Avusturyalı olduğunu kanıtlamaya çalıştığı sırada Türk tabiiyetinde olduğunun ortaya çıkmasıyla “...Bu yalanı hangi alçak uydurmuş; söyleyin hangi alçak bu iftirayı benim üzerime atmış?...” verdiği tepki bu güruhun Türk olmayı ne kadar küçük düşürücü bir şey olarak gördüklerini göstermeye çalışır.
Necdet, bu insanlardan biraz ayrı bir karakterde olsa da sinik ve aciz yanı O’nu bu ortamın hep kenarlarında dolaştırır. Leyla’nın peşinden savrulurken, Leyla’nın işgal günlerinin gece hayatına ve sefahat inanlarına kendini bırakmasını izler ve kendini daha da küçük hisseder. Kinle, öfkeyle de dolsa yine de Leyla’dan uzun süre kopamaz. Aslında Anadolu’nun farkındadır hatta orda olmak, milletinin verdiği yaşam mücadelesine katılmak istemektedir içten içe. Bu mücadeleyi veren halkını, “...babaları savaşa gitmiş yavrularınnın beşiğini sallayan temiz ve sabırlı kadınlar, vücutlarını Allah tarafından kendilerine teslim edilmiş bir kutsal emanet gibi saklayan genç kızlar, bunların üstüne şefkatle titreyen nur yüzlü nineler ve Anadolu’ya dair son iyi haberleri bildiren gazeteyi bir muska gibi devşirip cebine yerleştirdikten sonra sanki kendisini bütün dünyanın hazinelerine sahip bir adam kadar mesut hisseden fakir vatandaşlar” diye anlatarak onlara büyük saygı beslemektedir. Kitabın sonuna doğru aşkın etkisinden kurtuldukça canlanan yepyeni toplumsal dalgaya, Kurtuluş Savaşı’na, kendini verir. Hatta roman karakterlerinin içinde Türklerin kazandıkları savaşa sevinen iki kişiden biridir. Çünkü, “bu genç adam, yalnız memlekete ait umumi kinlerin hıncını değil, doğrudan doğruya kendi şahsi acılarının da intikamını alıyordu.”
İstanbul’un bu hali İngiliz askerlerini bile iğrendirmektedir. Romanın en yakışıklı ve sükseli askeri Captain Jackson Read, “...Buradan gitmek istiyorum. Şark semasının bu çiğ aydınlığı, bu yaygaracı insanları, bu pis, bu kokmuş şehir bana bir tiksinti vermeğe başladı.” diyerek yaşadığı İstanbul’ anlatır. Diğer İngiliz asker Marlow ise İstanbul’da yaşadığı dönemdeki Türkleri anlatırken “Bunlar ne olduklarını bilmeyen birtakım mahluklardı. Henüz hangi milletten olduğu anlaşılmayan ve bugünlerde sanırım, Türk olmadığını ispata çalışan Madam Jimson gibi bütün tanıdığınız erkek ve kadınlara birre sosyal “gilat-ı hilkat” gözüyle bakılabilir. Her milletin içinden soysuzlar çıkabilir.” diyerek romanda anlatılan Türklerin aslında ne kadar küçümsenecek insan karakterleri olduğunu anlatır.