Azərbaycan dili Bahasa Indonesia Bosanski Català Čeština Dansk Deutsch Eesti English Español Français Galego Hrvatski Italiano Latviešu Lietuvių Magyar Malti Mакедонски Nederlands Norsk Polski Português Português BR Românã Slovenčina Srpski Suomi Svenska Tiếng Việt Türkçe Ελληνικά Български Русский Українська Հայերեն ქართული ენა 中文
Subpage under development, new version coming soon!

Subject: Şiir-Edebiyat

2009-06-15 10:09:29
Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu kitapta Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul’da yaşayan bir zümreyi ve bu zümre içindeki insanların ilişkileri anlatarak ahlak ve toplum değerlerini anlatır ve sorgular. Kronolojik sırada “Hüküm Gecesi” nden sonra gelir.

Aynı Kiralık Konak kitabında olduğu gibi bu kitapta da bir aşk hikâyesi vardır. Kiralık Konak’taki Seniha bu kitapta Leyla, Hakkı Celis Necdet, Servet Bey Sami Bey olmuştur. Tabii ki bu benzerlik birebir değildir ama yazar çürümüşlüğü anlatmak için benzer roller biçmiştir karakterlerine.







Leyla, Seniha gibi sıkışmış ve kurtulmak isteyen bir kız değildir. Aksine, hayatından daha memnun ve Seniha’dan daha sığ, içgüdülerine gore yaşayan, düşünmeyen bilhassa düşünmeyi sevmeyen biridir. Necdet, Leyla’nın nişanlısıdır ve O’na aşıktır. Bu aşkın yarattığı acizlik, Leyla’yı tamamen Necdet’in zahiri yapmaktadır. Bu yönüyle Hakkı Celis’e benzemekle beraber Necdet, Hakkı Celis kadar toy değildir. Yıllarca Avrupa’da yaşamış, kadınları tanıma imkânı bulmuştur.

Sami Bey, kendi insanına kesinlikle güvenmeyen ve hatta insanını küçümseyen, Avrupa’nın üstünlüğünü her şeyin üstüne koyan, kendi gemisini yürütmek için her türlü değerini sokağa atacak bir mahluktur ve Kiralık Konak’taki Servet Bey’in nerdeyse tıpatıp aynısıdır. Avrupa, özellikle İngiltere’yi gözünde o denli büyütür ki Türklerin İngilizlere karşı bir savaş kazanabileceğine bir türlü inanamaz. Zira, “Sami Bey için, İngiltere, ortaksız bir ilahtır, dünyanın bütün işleri, bütün dünya milletilernin alınyazıları onun vereceği kararlara ve hükümlere bağlıdır... Şimdi nasıl olur da, bir avuç Anadolu Türk’ünün bu heybetli kudrete rağmen başarıya ulaşacağına ihtimal verebilirdi?”. Sami Bey, aslında Tanzimat’ın yetiştiği tipik bir Türk insanıdır ve “Türk’ten başka her milletin gücüne inanırlar ve Türkiye’ye ait meselelerin mutlaka başkaları taafından halledilebileceği fikrindedirler.”

Aslında Sami Bey’in bu kişiliksiz, bireysel hali kitaptaki bir çok karakterde vardır. Bir çoğu kendi ülkelerini işgal eden ülkelerin askerleriyle yatıp kalkarak nüfuz sahibi olmak ve egolarını tatmin etmek istemektedirler. Bir İngiliz zabitiyle yatmak veya görünmek bir Türk kadını için çok önemli olabilmekte veya bir Türk erkeği başka bir İngiliz zabitiyle ilişkiye girebilmektedir.

Yine de yazar, Sami Bey’in bu kişiliksiz haline tarihsel sebepler bulabilirken Leyla’nın sığlığını bu muhasebenin hemen arkasından bir kez daha yargılar ve O’nun dünyada ne için yaşadığını bilmemezliğini gözler önüne serer.

Zaten yazarın İstanbul’u Sodom ve Gomore’ye benzetmesindeki asıl sebeplerden biri budur. İnsanların toplumsal değerlerden tamamen kopuk şekilde, inanılmaz seviyesiz şekillerde birbirleriyle yaşamaları, ülkeleri hakkında en ufak bir iyi niyet beslememeleri ve bunda hiç bir beis görmemeleridir. Yazar, Romanda anlatılan Türkler’i ülkelerinin değerlerinden ve insanlarından o kadar uzaklaştırıp onları kişiliksiz ve duruşsuzlaştırmıştır ki bunu her fırsatta betimleyemeye çalışır. Örneğin, Madam Jimson’un İngiliz veya Avusturyalı olduğunu kanıtlamaya çalıştığı sırada Türk tabiiyetinde olduğunun ortaya çıkmasıyla “...Bu yalanı hangi alçak uydurmuş; söyleyin hangi alçak bu iftirayı benim üzerime atmış?...” verdiği tepki bu güruhun Türk olmayı ne kadar küçük düşürücü bir şey olarak gördüklerini göstermeye çalışır.

Necdet, bu insanlardan biraz ayrı bir karakterde olsa da sinik ve aciz yanı O’nu bu ortamın hep kenarlarında dolaştırır. Leyla’nın peşinden savrulurken, Leyla’nın işgal günlerinin gece hayatına ve sefahat inanlarına kendini bırakmasını izler ve kendini daha da küçük hisseder. Kinle, öfkeyle de dolsa yine de Leyla’dan uzun süre kopamaz. Aslında Anadolu’nun farkındadır hatta orda olmak, milletinin verdiği yaşam mücadelesine katılmak istemektedir içten içe. Bu mücadeleyi veren halkını, “...babaları savaşa gitmiş yavrularınnın beşiğini sallayan temiz ve sabırlı kadınlar, vücutlarını Allah tarafından kendilerine teslim edilmiş bir kutsal emanet gibi saklayan genç kızlar, bunların üstüne şefkatle titreyen nur yüzlü nineler ve Anadolu’ya dair son iyi haberleri bildiren gazeteyi bir muska gibi devşirip cebine yerleştirdikten sonra sanki kendisini bütün dünyanın hazinelerine sahip bir adam kadar mesut hisseden fakir vatandaşlar” diye anlatarak onlara büyük saygı beslemektedir. Kitabın sonuna doğru aşkın etkisinden kurtuldukça canlanan yepyeni toplumsal dalgaya, Kurtuluş Savaşı’na, kendini verir. Hatta roman karakterlerinin içinde Türklerin kazandıkları savaşa sevinen iki kişiden biridir. Çünkü, “bu genç adam, yalnız memlekete ait umumi kinlerin hıncını değil, doğrudan doğruya kendi şahsi acılarının da intikamını alıyordu.”

İstanbul’un bu hali İngiliz askerlerini bile iğrendirmektedir. Romanın en yakışıklı ve sükseli askeri Captain Jackson Read, “...Buradan gitmek istiyorum. Şark semasının bu çiğ aydınlığı, bu yaygaracı insanları, bu pis, bu kokmuş şehir bana bir tiksinti vermeğe başladı.” diyerek yaşadığı İstanbul’ anlatır. Diğer İngiliz asker Marlow ise İstanbul’da yaşadığı dönemdeki Türkleri anlatırken “Bunlar ne olduklarını bilmeyen birtakım mahluklardı. Henüz hangi milletten olduğu anlaşılmayan ve bugünlerde sanırım, Türk olmadığını ispata çalışan Madam Jimson gibi bütün tanıdığınız erkek ve kadınlara birre sosyal “gilat-ı hilkat” gözüyle bakılabilir. Her milletin içinden soysuzlar çıkabilir.” diyerek romanda anlatılan Türklerin aslında ne kadar küçümsenecek insan karakterleri olduğunu anlatır.
2009-06-16 09:10:52
Güzel paylaşım hocam ellerine sağlık.
2009-06-16 20:50:12
hmm yani milletini vatanını sevmek "tam bağımsız türkiye" diyenlere kudurmuşçasına saldırmak yani.
2009-06-17 16:08:58
Hayır.Vatanını sevmek boyunlarını başkalarının "özgürlük" yularına geçiren kudurmuşlara haddini bildirmektir.
2009-06-17 16:24:12
hmm demek ki maraş'a, çorum'a, malatya'ya gelen ve alevi mahallelerine ülkücü dolduran ajanlar aslında gerçek birer vatansevermiş.
2009-06-17 17:13:03
İşi belli bir kesime bağlayıp herkesi aynı başlık adı altında değerlendirerek işin içinden sıyrılmak,birkaç söyleme bakarak sığ ve yüzeyselce etiketleyip genelleme yaparak kendini haklı çıkarmak...

Sodom ve Gomore'deki göze göze giren çıbanlar ile herkesi bir takım yanlışların içerisinde bulunanlar yahut da bulunduklarını iddia ettiklerinin içerisine dahil etmek,bu konudan olayı klişe sığınmalara çekerek çerçeve dışı yargılamak niye?

Sözde İslâm erdemleri adına terör uygulayanlara bakarak tüm dini bu olarak görenler misali bu işin içerisinde ya sözde objektif özde fikir faşisti bir zihniyet,kör bir cehalet,fitne ya da büyük bir işgüzarlık var.

Zalimin zulmüne deh demem ama zulümden nemalanan zalime çüş demesini bilirim.Kıssadan hisse.Önyargılar ve üfürme kültürünün ağırlığını hissettirdiği bir tavra incik boncuk,ayrı ya da teferruatlı yaklaşmanın âlemi yok sanırım.Çelişki işaret edilen ya da hak iddia edilen bir durumda karşı tarafın aslında yerdiklerinin çelişkisi ya da haksızlığından farkı yoksa birilerinin siyasetine uymayacağım diye diğerinin siyasetine de insafı sömürge ettirerek prim vermek de anlamsız olur.Hak ararken haksızlığa hak biçiliyorsa o zaman bu töreci zihniyetin de insaf insiyatifi olarak pek yüksek bir mertebede olacağını da söylemek tarafını belli etmek olur ki insaflı,hakçı,özgürlükçü olduğunu iddia edip çiçekler ölmesin derken yanacak ormanın farkında olamayacak bir kapasiteye de yüklenmenin de manası olmaz.

Ortada zulme karşı bir perhiz ama dolapta boş turşu kavanozları :) Peh...
2009-06-17 17:24:54
hmm yani milletini vatanını sevmek "tam bağımsız türkiye" diyenlere kudurmuşçasına saldırmak yani.


Hm ayrıca dikkatini çekerim Sodom ve Gomore'de ''tam bağımsız Türkiye'' zihniyetindekilere eleştiri yapılmıyor.Aksine emperyalist ve o zamanların manda tacını haysiyetsiz ve şerefsizce İngiliz'lere bahşeden zavallılara gönderme yapılıyor. Türk-Türklük vs. geçtiğini görerek ''dur lan hemen halkçı söylemler el kitabından en seçme cümlelerden birini yazayım'' gibi bir yaklaşımın olduysa bilemem çünkü öyle durmuş.
2009-06-22 10:45:13
Sen ve Dolunay

Kulaklara sert bir şekilde gelip dolan müziğin ve yaradılışından yadigâr kalmış sessiz esintinin sıkıntılarından dahi feragat ettirmiş;o sürekli hale gelmiş belli belirsizliğin geniş hacmiyle tepede parlar bir dolunay daha.

Mavimsi gecenin evren gözlemcileri yıldızlar yine pencerelerini açmış,üzerlerine birşeyler ararcasına bakan,hatta kabuklarını delercesine parlak yüzeylerinden içeri akan iki yeşil davetsiz misafire merak salmış.

Lâkin mavi karanlığa rahatsızlık verici bir sükûnet çığlığı hakim.Ardı ardına ışıkları sönen,gecenin bekçiliğini boşluğa devreden yıldızlar ve uykudaki bulutların ardında kaybolan dolunay,bu sinsi yüzün ifadesine ürkütücü bir gülümseme yerleştirmekte.İzni kendisince hak tanıyıp,usul bir şekilde yeşil pencerelerden içeri girmekte.

Aşağıdaki boşluğu boşverip ruhu sahip olmadığı,gölgelerle beslenen bir zihniyete teslim etmek;işte bu kayıp.
Ya bu tekil varoluştan kurtulup bir hevese kapılıp yolunu uzattığını da unutup O'na gidip söylemek?İşte bu cesaret;belki yalın,ama gerçek.

Belki de sadelikten öte karanlığı yakıp,içindeki cehennemi dondurmak demek.

Kim bilir?...

NsKktn
2009-07-04 14:38:58
Ayna

Müslümanlar neden böyle perisan?
Sebebini sorup ariyor muyuz?
Bence bu isin sebebi müslüman.
Acaba farkina variyor muyuz?

Müslümanlik çünkü adimiz bizim.
Adimiz gibi mi tadimiz bizim?
Eksik mi dedimiz, kodumuz bizim?
Fitnesiz, fesatsiz duruyor muyuz?

Islamin sarti bes, Imanin alti,
Diyerek isleriz her türlü halti.
Aklimiza gelmez topragin alti.
Emaneti saglam koruyor muyuz?

Esiri olmusuz malin, servetin,
Zinanin, sehvetin, koyu giybetin,
Vatanin, milletin, dinin devletin,
En ufak işine yariyor muyuz?

Bu devirde kimin kötü hali var?
Simdi itin bile özel yali var.
Hepimizin iyi kötü mali var.
Fitreyi, zekati veriyor muyuz?

Birbirine düsman zengin ile fakir,
Birinde hamd eksik, birinde sükür,
Hepinizde ayri degisik fikir,
Birlikte üç adim yürüyor muyuz?

Elin gözünde ki çöpleri tek, tek,
Görüp gösteririz kaçirmayiz pek
Kendi gözümüzde mertek var mertek.
Biz bizdeki suçu görüyor muyuz?

Neyi ögreniyor, neyi duyuyor
Karni evde, beyni nerde doyuyor
Oglumuz, kizimiz, nasil büyüyor,
Üstüne kol kanat geriyor muyuz?

Kitabimiz Kur'an ilim kokuyor,
Kaç müslüman günde açip okuyor?
Okuyan da iste öyle okuyor.
Mânasina kafa yoruyor muyuz?

Mademki her nefis Hakk'tan hediye,
Dünya için hakki unutmak niye,
Bugün Allah için ne yaptim diye,
Aksam kendimize soruyor muyuz?

ARIF olan ham laf ezmez gardasim,
Bir destanla bu dert bitmez gardasim,
Müslümanim demek yetmez gardasim,
Müslümanca hayat sürüyor muyuz?
2009-07-04 17:26:54
Hocam çok çok güzel bir paylaşım,sade ve net bir hiciv;genelde aklımda kurcalayıp konusunda yargıladıklarım,eleştirdiklerim arasına bizzat kendimi de koyarak gözden geçirip hem mikro hem de makro olarak üzerine düşündüğüm bir konu.Sürekli hatırlatılması gereken ve erdeme doğru olan değişimin temeline mutlak özeleştiri konmasını öngören bir yaklaşım. Yaşlanmaya ertelenen namazlar,Allah'ı kandırmaya çalışırcasına sığınılan bahaneler,Kur'an hakkını kul hakkı çiğneyerek savunan anlayışlar,yamalanmış tövbeler,en basit ve temel davranışların ihlalinde kazın yanmayan taraflarını çevirirken işine ve dişine göre olan konularda mangalda kül bırakmayan tavırlar,biraz azap ve zorluk çekerek gözle görülür yanlışları söküp atmak varken vicdanı oyalayıp,olayları kılıflayıp yumuşatmalar,akıl ve irade ile ayrım yapmak varken yüzeysel geçiştirip yorumu leyhine çevirmeler vb. vs vs...
2009-07-04 21:31:13
Teşekkürler hocam.Şiirin düz yazı halini de sen yazmışsın.Hicvedilenlerin en tehlikeli yanı da sanırım senin söylediklerin.Yani her işi kılıfına uyduruyor olmamız.Önyargısız, sade ve öz bir gözle bakılırsa ancak görülebilecek yanlışlar.İşte yanlışların farkına varılması da bu yüzden zorlaşıyor sanırım.Yani söylediğin gibi erdemli olma yolunda ilk adım özeleştiri olmalı...
2009-07-08 11:49:06
Şeyh Şamil


Şeyh şamil!
Men men idim su olup Aras’tan Hazer’e aktım
O men idim okumu yay eyleyip Kafkas’a attım
Men menem, Türk soyuyam bunu alem de bilir
O men idim Kafkaslar’da at oynattım.
Men Azerbaycanlı’yam,
Azerbaycan’ı çok çok sevirem.
Eğer göz diken olursa şirin Azerbaycan’ıma,
Men Azerbaycan’da doğmuşam,
Azerbaycan için ölmeyi de bilirem!
Şamil!
Kafkas Dağı’nın hürriyet güneşidir
Şamil!
Atamın öz be öz kardeşidir.
Şamili bilmeyen babasını ne bilir?
Şair diyor ki:
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır
Men de diyorum ki:
Menim vatanımın sınırları Kars’ta başlayıp Edirne’de bitmez!
Hazer’imin, hürriyet!Hürriyet! diye doğduğu kıyılardan başlar
Ta Viyana kapılarında biter!
Pu, Aras coştukça; Tuna, Volga taştıkça,
Menim türkülerim söylenecek, menim şiirlerim dinlenecek
Hazer çalkalandıkça menim ay yıldızlı bayrağım dalgalanacak
İşte ta oralardan esen rüzgarın getirdiği bir oyun.
Esaretin düşmanı, cesaretin timsali
Şeyh Şamil!
Sormayın kimlerdenem, karalıyam a dostlar,
Gönülden fırtınalı boralıyam a dostlar…
Kızıl bir kurşun aldım yaralıyam a dostlar…
Ağlama ey gözleri bulutlu yar!
Men bilirem, senin de eyninde kanlı bir libasın var!
Bu şarkılar, türküler;
Türk’ü söyler türküler,yaşar kalpte ülküler.
Allahuekber!
Cevbrime tâb edersem dağları deleceğim!
Kurban kabul edersen uğruna öleceğim!
Değmeyin siz, değmeyin ta yürekten dağlıyam
Men dünyaya ün salan bozkurtların oğluyam!
İstemem bir yabancı göz diksin bir taşıma,
Yol ver konayım o dağların başına!


“Ey yıllardı uzaktan uzağa hasretini çektiğim,
Uğruna gizli gizli gözyaşımı döktüğüm,
Ve bu kötü talihe, böyle boyun büktüğüm…
Gözüm mü kör, kolumda kuvvetim mi yok benim?
Nerdesin, nerdesin ey geçmişim?
Gel gönlüme ak benim!
Bu ses, bozkurt sesidir
Bu ses, demir perdeyi damla damla eriten Katerina, Petro’yu deli eden bir sestir!
Bu ses ta Kafkas dağlarından gelen,
Şeyh Şamil’in sesidir…


Şiiri Osman Öztunç seslendiriyor ancak en güzel seslendiren Ahmet Çakır bence.Dinlemenizi de tavsiye ederim.
2009-07-08 12:17:49
Üzerine paylaşmak istiyorum bir Dağıstanlı Avar Türkü olarak :)

İmam Şamil, (1797 - Şubat 1871), Kuzey Kafkasya halklarının, Avar kökenli politik ve dini önderi. Kafkas Savaşı'nda Anti-Rus direnişin lideri ve Dağıstan'la Çeçenya'nın 3. imamı (1834-1859). Şeyh Şamil olarak da anılır.

Kendisini Kafkasya'nın özgürlüğüne adamış olan Avar liderin doğduğu Dağıstan'da, Kafkasya'da ve tüm İslam ülkelerinde hala büyük bir şöhreti vardır. Yirmi beş yıl sürdürdüğü savaş ile onu izleyenlerin benimsediği ideoloji Müridizm bugün de Kafkas halklarını derinden etkilemektedir.

Genç yaşlarda Dağıstan'ın önemli bir dini lideri olan Şeyh Cemalettin Gazi Kumuki'den ders almıştır. Nakşibendi tarikatında aldığı bu eğitim onda Rus aleyhtarlığı ve İslam birlikçi düşüncelerin gelişmesine yardımcı olmuştur. Rus Çarlığına karşı Dağıstan'da başlattığı savaşını Çeçenistan'da sürdürdü. Hatta bir dönem savaş Kuzeybatı Kafkasya'da Çerkesya'sının tamamını da içine aldı.

Dönemin süper güçlerinden Rusların engellemesiyle dost ülkelerden gelen yardımlar kesilince, Şeyh Şamil ülkesinin gücünün tükenişini gördü. 1859'un 6 Eylül'ünde 70 bin kişilik Rus ordusuna, yanında birkaç yüz kişi kalıncaya kadar direndikten sonra, savaşı sürdürmesinin intihardan farksız olduğunu anlayan Dağıstanlı önder, Çarlık yetkilileriyle görüşmeler yaparak, onurlu bir silah bırakma yolunu seçti.


Rus Çarı II. Aleksandr, Şeyh Şamil'i, sarayın kapısında son derece nazik karşıladı ve kılıcını almayarak kendisine olan hayranlığını dile getirdi. Şeyh Şamil, bir ay kadar sarayda misafir edildikten sonra, saygın tutsak olarak esaret yıllarını geçireceği Kalugaya gönderildi.

Sürgüne gittiği çeşitli Rus kentlerinde belli belirsiz ortamda fakat büyük bir bir sempati toplayarak günlerini geçirdi.

Rus Çarı ile yaşamış oluğu şu diyalog meşhurdur :
"Birgün Rus Çarı esaret altındayken Şeyh Şamil'i yemek yemek için karşısına alır Şeyh Şamil'in iştahlı bir şekilde yemek yediğini görünce yanındakilere: "Korkarım bu adam bizide birazdan yer" diye söylenir. Şeyh Şamil bunu duyunca : "Korkmayın dinimizde domuz eti yemek haramdır" cevabını verir.


Şeyh Şamil davasına son derece sadık bir insandır bu uğurda çok sevdiği annesi ile arasında geçen olay tarihe geçmiştir bu olay şudur :
Savaş dönemlerinde halktan bazıları "artık teslim olalım anlaşma yapalım" diye hayıflanmaya başlamıştır, bunun üzerine Şeyh Şamil teslim olmaktan bahsedene kırbaç cezası vermeyi uygun görmüştür tabii bu durumda çekinen halk çareyi Şeyh Şamil'in annesine gitmekte bulmuştur ve annesini ikna edip çok sevdiği annesini kıramayacağını da düşünerekten konuyu bu vesile ile annesinin açmasını sağlamışlardır annesi Şeyh Şamile teslim olma teklifini sununca Şeyh Şamil koymuş olduğu kanundan ödün vermemiş aynı cezayı annesine uygulamış sonra annesi cezasını çektikten sonra onu çok üzgün bir şekilde sırtında taşımıştır ve böylece davasının ciddiyetini görenler bir daha teslim olmak barış gibi kelimeleri kullanmamışlardır.


Sürgünde on yıl kadar geçirdikten sonra Çar, Şeyh Şamil'in hacca gitmesine izin verdi. Ancak bir tedbir olarak oğlu Muhammed Şefi'yi alıkoydu ve haccı ifa ettikten sonra Rusyaya dönmesini şart koştu. Şamil, 1870 yılında Rusyadan ayrılarak önce İstanbula uğrar. Sultan Abdülaziz tarafından karşılanarak sarayda ağırlanır. Şamilin İstanbula uğradığı haberi duyulduğunda, halk bu efsane kahramanı görebilmek için saray kapılarına akın etmiştir.


Şeyh Şamil, 1871 yılında Hac ziyareti için bulunduğu Arabistan'da vefat etmiş ve Medine'de|Muhammed]sav'in eşi Ayşe'nin de defnedildiği mezarlıkta defnedilmiştir.

Lak kökenli müridi Muhammet Emin; başlangıçta Ruslar'a karşı önemli başarılar kazandıysa da, 1859 yılında Şamil'in silah bırakmasına rağmen Çerkesya'da mücadeleyi sürdürme kararını almasıyla, tartışmalı bir liderlik yürüttü.
2009-07-15 19:53:09
Message deleted

2009-07-15 19:53:27
Message deleted

2009-07-15 19:53:35
şiir sayılmaz ama yınede buraya kopyalayım....

FAKİR BALIKÇI
Vaktiyle bir adam ve karısı vardı.
İçinde oturacak evleri yoktu.
Tarlalarda yaşıyorlardı.
ve bir ağacın dibinde uyuyorlardı.
Adam balık tutardı.
O(E) bir balıkçıydı.
Adam mutluydu.
Balıkçı diyordu.
İnsanlar niçin evlerde yaşarlar.
Bu ağaç benim evimdir.
Niçin yatakta uyurlar.
Tarlalar benim yatağımdır.
Fakat karısı mutlu değildi.
Niçin fakir bir balıkçıyla evlendim.
"Evimiz yok,yatağımız yok" diyordu.
Bir gün balıkçı balık tutmak için denize gitti.
Ağını suya koydu.
Sonra bir taşın üstüne oturdu.
Güneş sıcaktı.
ve uykuya daldı.
Uyandığı vakit o(e) ağını aldı.
ağda bir balık vardı.
o büyük ve altındandı.
güzel bir balık.
Çok mutluydu.
Bu güzel balığı görünce.
karım memnun olacak.
O zaman balık konuştu.
"İyi Adam,".
"beni öldürme".
"Beni tekrar denizin içine koy" dedi.
Balıkçı " Sen konuşabilir misin?".
"Konuşabilen bir balık görmedim" dedi.
Balık, "İyi adam,beni tekrar denizin içine koy" dedi.
Balıkçı "Konuşabilen bir balığı yemem," dedi.
"Git".
"Konuşabilen bir balığı öldüremem" .
Sonra balığı tekrar denizin içine attı.
Balıkçı o gece karısına döndü.
Balığı yoktu.
Bu yüzden yiyecek yemekleri yoktu.
Karısına , "Bir balık tuttum,fakat balık konuştu".
"Bu yüzden onu tekrar suyun içine attım".
"Konuşabilen bir balığı öldüremedim" dedi.
Balıkçının karısı "Konuşabilen bir balık sihirbazdır".
"O balık değildi".
"O bir sihirbazdı" dedi.
Balıkçı "Onun bir sihirbaz olup olmadığını bilmiyorum" dedi.
"Balık bir sihirbaz olduğunu söylemedi".
Adamın karısı "O bir sihirbazdı" dedi.
"Ondan birşey istedin mi?".
Adam "Ondan bir şey istemedim" dedi.
Adamın karısı "Niçin tarlalarda yaşıyoruz? "dedi.
"Ondan(E) bir kulübe istemelisin".
Ertesi gün , balıkçı tekrar denize gitti.
Taşın üstünde durdu ve bağırdı.
"Denizin adamı , bana gel ".
O zaman balık başını sudan dışarı çıkardı.
ve ona sordu "Ne istiyorsun".
Balıkçı " Ben hiçbir şey istemiyorum" dedi .
"fakat karım bir kulübede oturmak istiyor" dedi.
Balık "Karına dön" dedi.
"Onu(k) bir kulübede bulacaksın".
Balıkçı ağacına döndü.
Ağaca yakın bir kulübe gördü.
O ,yeni bir kulübeydi.
Çok güzel bir kulübeydi.
İki güzel penceresi ve güzel bir kapısı vardı.
Arkada güzel çiçeklerle dolu güzel bir bahçe vardı.
Kulübeye yakın tavuklarla dolu küçük bir tarla vardı.
Kulübenin içine girdi.
Bir oda vardı.
Pencereden güneş ışığı giriyordu.
ve oda ışık doluydu.
Karısı masada oturuyordu.
Balıkçı "Şimdi mutlu olmalısın" dedi.
Karısı, Güzel bir kulübe ," dedi.
Birkaç gün için balıkçının karısı mutluydu.
Sonra bir gece balıkçı eve geldi.
Karısı ona .
"Bu küçük kulübede mutlu değilim".
"Tavuklar odamda koşuyorlar".
"Güzel bir evde yaşamalıyız".
"Derhal balığa git ve bir ev iste" dedi.
Balıkçı denize gitti.
Taşın üstünde durdu ve bağırdı.
"Denizin adamı,bana gel".
Balık başını sudan çıkardı ve sordu.
"Ne istiyorsun".
Balıkçı, "Ben bir şey istemiyorum".
"Fakat karım bir ev istiyor".
Balık "Karına dön" dedi.
"Onu bir evin içinde bulacaksın".
Balıkçı kulübesine döndü.
Kulübenin olduğu yerde bir ev gördü.
Taştan yapılmış çok güzel bir evdi.
Kapının yanında güller vardı.
Evin yanında güzel bir bahçe vardı.
Bahçe kırmızı ve mavi çiçeklerle doluydu.
Evin iki kapısı vardı.
önde bir ve yanda bir.
Önde altı pencere vardı,.
arkada altı.
Balıkçı karısını evin içinde buldu.
"Şimdi güzel bir evin var".
"Mutlu olmalısın" dedi.
O(K) ,"Evin dışı güzel".
"Fakat içerdeki odalar çok büyük değil" dedi.
Birkaç gün için balıkçının karısı mutluydu.
Sonra "Güzel bir evde yaşıyoruz".
"Fakat sen bir balıkçısın".
"ve ben bir balıkçının karısıyım".
"Kimse bizi görmeye gelmiyor".
"Sokakta kimse benimle konuşmuyor" dedi.
Balıkçı "Ne istiyorsun" diye sordu.
"Senin kral olmanı istiyorum".
"O zaman ben kraliçe olacağım".
"Büyük bir evde yaşayacağız" .
İstediğimizi elde edeceğiz.
Ne dersek yapacaklar.
Odalar uşaklarla dolu olacak.
Ne istersek yapacaklar.
Balıkçı , "Bir kıral olmak istemiyorum".
"Bir balıkçı olmak ve tarlalarda yaşamak istiyorum".
Karısı,"Fakat ben bir kraliçe olmak istiyorum" dedi.
Balıkçı denize gitti.
Taşın üzerine oturdu ve.
"Denizin adamı,bana gel".
O zaman balık başını sudan dışarı çıkardı ve.
"Şimdi ne istiyorsun".
Balıkçı , "Ben bir şey istemiyorum".
"Fakat karım onu bir kraliçe yapmanı istiyor" dedi.
Balık,"Onu bir kraliçe yapacağım".
"Geri dön".
"Onu bir kraliçe olarak bulacaksın" dedi.
Balıkçı geri gitti.
Büyük bir ev buldu.
Kapıda uşaklar vardı.
İki uşak balıkçıyı evin içine götürdü.
ve başka iki uşak onu büyük bir odaya götürdü.
Karısı orada oturuyordu.
Bir kraliçenin elbiselerine sahipti.
Balıkçı ,"Şimdi mutlu olmalısın" dedi.
"Bir kraliçesin".
"Bu büyük eve ve bütün bu uşaklara sahipsin.
Birkaç gün için mutluydu.
Güneş vardı.
Bahçeye gitti.
ve kırmızı ceketli uşaklar onunla gittiler.
Sonra yağmur yağdı.
Günlerce yağdı.
Güneş yoktu.
Bahçeye gidemedi.
O zaman balıkçının karısı,"Ben bir kraliçeyim".
"bu yağmuru istemiyorum".
"Güneşi istiyorum" dedi.
Balıkçıya,"Git,balıktan beni güneşin kraliçesi yapmasını iste".
"O vakit istediğim zaman güneşe sahip olabilirim"Balıkçı denize gitti.
Taşın üstünde durdu ve.
"Denizin adamı ,bana gel" dedi.
O zaman balık başını sudan dışarı çıkardı ve.
"Şimdi ne istiyorsun".
"Konuş!" dedi.
Balıkçı ,"Karım,onu Güneşin Kraliçesi yapmanı istiyor" dedi.
Balık ,"Karın mutlu olmayacak".
"Tekrar tarlalara gideceksiniz".
"ve bir ağacın dibinde uyuyacaksınız" dedi.
Balıkçı geriye döndü.
Büyük ev ve bahçeler orada değildi.
Karısı bir ağacın dibinde oturuyordu.
Yağmur yoktu.
Tarlalarda çiçekler ve güneş ışığı vardı.
O(K) "Bütün bu uşaklardan uzak olmak iyi".
"Gökte parlayan güneşe bak".
"Şimdi mutluyum" dedi