Subpage under development, new version coming soon!
Subject: Şiir-Edebiyat
emre to
Jubei [del]
İstiklâl Marşı
-Kahraman Ordumuza-
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyet! ' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!
Mehmet Akif Ersoy
Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
Fetih Marşı
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Yürü; hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden
Senin de destanını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Elde sensin, dilde sen; gönüldesin, baştasın
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Yüzüne çarpmak gerek zamânenin fendini!
Göster kabaran sular nasıl yıkar bendini!
Küçük görme, hor görme delikanlım kendini!
Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın;
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın
Bu kitaplar Fâtih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır;
Şu mihrab Sinânüddin, şu minâre Sinân'dır;
Haydi, artık uyuyan destanını uyandır!
Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın
Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın!
Delikanlım! işaret aldığın gün atandan!
Yürüyeceksin! Millet yürüyecek arkandan!
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan'dan!
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Arif Nihat Asya
Jubei [del] to
emre
Neyzen Tevfik
Meslek Şair, yazar, fikir adamı
Dönem Cumhuriyet dönemi
Konu İnsan ve yergi
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tevfik Kolaylı (24 Mart 1879[1][2] (Hicrî 1296[3]; 1880?[4]); Bodrum, Muğla - 28 Ocak 1953; İstanbul), ya da yaygın bilinen adıyla Neyzen Tevfik, taşlamalarıyla tanınan Türk neyzen ve şairdir. Taşlama kitaplarının yanı sıra, çeşitli taksimler ve saz semailerinin bestecisi olarak da bilinir.
Osmanlı döneminde istibdata karşı, Cumhuriyet yıllarında ise devrimlere karşı gelenlere karşı hicvini kullanmış; haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmışlığa karşı şiirler yazmıştır. Birçok defa tutuklanmış, ama kısa süre sonra serbest bırakılmıştır.
Bektaşi tekkesine mensup olmuş, hayatının büyük bölümünü İstanbul'da çeşitli hanlarda geçirmiştir. Son dönemlerinde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde kendine ayrılan 21. koğuşta kalmıştır. 1930'larda kısa süreyle kendine bağlanan aylık haricinde düzenli bir geliri olmamıştır ve hayatı boyunca sara nöbetleri ile uğraşmıştır. Aynı zamanda rakı başta olmak üzere çok fazla içki içtiği bilinmektedir.
Lise ve medrese yılları
Bir süre sadece neyiyle ilgilenip gezdikten sonra hastalığının kontrol altına alınmasının ardından en azından eğitimini bitirmesi için babası tarafından yatılı olarak İzmir İdadisi'ne gönderildi fakat tekrar başlayan sara nöbetleri yüzünden eğitimi yeniden yarıda kaldı. İzmir Mevlevihanesi'ne giderek kendini neyine verdi. İzmir'in bu yıllarda istibdat yönetimi tarafından sürgün yeri olarak kullanılmasının neticesinde, kovulan aydınların uğrak yeri olan bu mevlevihanede Tokadizade Şekip, Tevfik Nevzat, Şair Eşref ve Ruhi Baba gibi ünlü kişilerle tanıştı. Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri aldığı bu kişilerden Şair Eşref aynı zamanda ona hicvi öğretti. Bu sayede 13 Mart 1898'te Muktebes dergisinde ilk şiirini yayımlattı.
On dokuz yaşında babası onu eğitim için bu sefer İstanbul'a, Fethiye Medresesi'ne gönderdi. Burada zamanının çoğunu Galata ve Yenikapı mevlevihanelerinde geçiren Tevfik Mehmet Akif Ersoy'la ve onun yardımıyla dönemin seçkin sanatçılarıyla da tanıştı; ondan Fransıca, Arapça ve Farsça dersleri aldı, aynı zamanda ona ney öğretti.
Bektaşilik ve Mısır yılları
1902 yılında bektaşi dervişi oldu. Sütlüce Bektaşi Tekkesi'ne devam ettiği bu zamanlarda Şeyh Mümin Paşa'dan nasip aldı ve hayatının geri kalanını da şekillendirecek bu inancı ve biçimi benimsedi.
İstanbul'da baskının iyice artmasının sonucunda Şair Eşref ile beraber 13 Ocak 1902 Perşembe günü "Mesajeri" vapuru ile Mısır'a gitti. Bir arkadaşı ile bir Neyzenler Kahvehanesi açarak işletmeye başladı, geçimini neyi ve şiirleriyle sağlamaya devam etti, Özbekiye Saz Bahçesi'nde plaklar doldurdu.
Cumhuriyet yılları
Cumhuriyetin ilanı sıralarında kardeşinin yanına Ankara'ya gitti ve 1926 yılında tanışacağı Mustafa Kemal'i ve Kurtuluş Savaşı'nı yücelten şiirler yazdı. Bu dönemde yazdığı şiirlerden cumhuriyeti ve getirdiklerini benimsediği, ona karşı olan unsurlara da savaş açtığı görülebilir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Hasan Sâit Çelebi’nin yardımıyla Azâb-ı Mukaddes adı altında bazı kitap yayımlama girişimleri olsa da başarılı olamadı.
Geçirdiği sara nöbetleri ve yüksek alkol tüketimi nedeniyle bundan sonra da sıklıkla gideceği Toptaşı Tımarhanesi ve Zeynep Kamil Hastanesi'nde tedavi görmeye başladı. Bir süre sonra eski arkadaşı Mehmet Akif Ersoy'u ziyaret için Mısır'a geçti ve bir yıla yakın bir süre kaldıktan sonra geri döndü. 1930'larda İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ'ın yardımıyla parasal anlamda destek olması için konservatuarda görevlendirilerek kendine bir aylık bağlandı.
1940'larda ise yine valinin oluru ve aynı zamanda doktoru olan bazı dostlarının (Mazhar Osman ve Rahmi Duman) yardımı ile Bakırköy Akıl Hastanesi'nde 21 no'lu koğuşa tam anlamıyla yerleşti. Otel odası gibi kullandığı bu koğuşta ve hastanede çevresine yine şiir ve felsefe ile ilgili bilgiler sundu. 9 Mart 1946'da basın yararına bir konser verdi. İhsan Ada, sonunda 1949 yılında, onun gözetimi altında, eserlerini Azâb-ı Mukaddes adı altında kitaplaştırdı. 1951'de Onu Affettim ve Ağlayan Şarkı adındaki 2 filmde rol aldı. Arkadaşlarının ısrarı üzerine, ölümünden önce son yıl olan 1952'de Şehir Komedi Tiyatrosu'nda jübilesini yaptı.
Sanatı
Neyzenlikteki ustalığıyla beraber, hiciv sanatını kullanarak şiirlerinde toplumdaki eşitsizliğe, haksızlığa ve zulme, siyaset ve dini baskı ve çıkarcılığa değindi.
Edebiyatı
Neredeyse tüm hayatı boyunce baskı ve zulme karşı çıkan Tevfik'in şiirlerindeki yergi ve taşlamaları onu bu türde Nef'i ve Eşref'ten sonra en önemli üçüncü edebiyatçı konumuna getirmiştir. Şiirlerinde sık sık, 1900'de yazdığı Sahne-i ömrümden nefs-i emmareye hitabım[7] şiirinin ilk kıtasındaki gibi müstehcen sözlere ve bu yolla yapılan taşlamalara rastlanır:
Bu isyan tarzı ve Osmanlı döneminde yazdığı eserler defalarce jurnallenmesine ve tutuklanmasına sebep olmuştur. Cumhuriyet döneminde ise yine mevcut rejime ve Atatürk'ün devrimlerine, ilkelerine karşı çıkanlara göndermelerde bulunmuş, Atatürk'ün ölümünden sonra 1938'de aşağıdaki O ölmedi adlı şiiri kaleme almıştır:
“ Tanrı ölmez, O dilerse görünür bir müddet,
Kaybolunca O’nu kalbinde bulur her millet.
Biliyormuş kaderin cilvesini evvelce,
Bütün ecrâm-ı semâ yasla büründü o gece.
Yaklaşan bir acı önce güneşi korkuttu,
Ay tutuldu diyemem gökyüzü mâtem tuttu.
Ata geçtin ebedin mevki-i müstahkemine
Bir direktif veriyor arza, beşer âlemine!
Bize ilhâm ile isâl ediyor her haberi,
Ki O’nun kudret-i külliye, emirber neferi.
Bağladı dâr-ı fenânın ebede telsizini,
Güdelim açtığı yollardan mübârek izini.
Atatürk’ ün beşere sunduğu peymânı budur:
Atatürk’ e inananlar er olur, sulhu korur!
şairin hiciv sanatını ustaca kullandığı eserlerinden bazıları;
Derd-i Firakın İle Düşeli Sevdaya Mey'e
Derd-i firakın ile düşeli sevdaya mey'e
Müptelayım, deliyim, düşmüşüm esrarı-ney'e
Feleğin kahpe başında paralansın parası
Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye
----------------------------------------------------------------
Ben Sana
Ben sana bok demem,
Boklar duyar ar eder.
Bir zerren düşse boka,
Onu da mundar eder.
Tanrı senin hamurunu
Necasetle yoğurmuş,
Anan seni s.ç.r iken
Yanlışlıkla doğurmuş.
----------------------------------------------------------------
Sahne-i Ömrümden Nefs-i Emmareye Hitabım
Âlemin bağ-zârını...eyim
Sünbül ü verd ü nârını...eyim
Andelib-i nizârını...eyim
Hâsılı nev-baharını...eyim!
Bana yoktur lüzumu gülşeninin,
Şeb-i tarîk ü rûz-ı rûşeninin
Ne gulâmının ne de zenninin
Hepsinin tâ mezarını...eyim!
Ağlamam ben, ben erkeğim erkek,
Hayli güçtür bana cefâ etmek,
Minnet etmem bu ömre de felek,
Atını al, tımarını...eyim!
Güççedir bu fakiri aldatmak,
Yüzdürüp sonra kündeden atmak,
Gözünü aç da sen bana bir bak,
Ben senin i'tibarını...eyim!
Saki-i mâh-rûyına...ayım,
Gülünün reng ü bûyuna...ayım,
Mutrîbin hâyâ-hûyuna...ayım,
Sâgar-ı neşvedârını...eyim!
Yok sâfâsı hezâr-ı dem-gerinin,
Gül-sitanda şükûfe-i terinin,
Bezm-i sahbâ-yı rûh-perverinin
Neşvesiyle hümârını...eyim!
Feleğin uğradımsa vartasına,
S..ayım ağzının ta ortasına,
Bunu yazsın cihan da hartasına,
Kıta'at ü bihârını...eyim
------------------------------------------------------------------
Sanat
Sanmaki ciddiyet ile sarfederim sanatımı
Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir
Bezmi meyde sühefanın saza meftun oluşu
Nazarımda su içen eşşeğe ıslık gibidir
-------------------------------------------------------------------
Asrın
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,
Kürsî-i liyakat p.venk, p.şt olanındır!
Bırak devrin sefasını bugün üç beş it sürsün
Onlar piçliğine esir, sen: zındanda özgürsün!
Soysuz yarın unutulur... Senin kalacak adın,
Vatan için ölmedinse: Vatan için yaşadın!
Onlar piçliğine esir, sen: zındanda özgürsün!
Soysuz yarın unutulur... Senin kalacak adın,
Vatan için ölmedinse: Vatan için yaşadın!
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu Anısı'na....!
diyecekler ki arkamdan
ben öldükten sonra
o, yalnız şiir yazardı
ve yağmurlu gecelerde
elleri cebinde gezerdi
yazık diyecek
hatıra defterimi okuyan
ne talihsiz adammış
imanı gevremiş parasızlıktan
muzaffer tayyip uslu
Ben ölsem be anacığım
Nem var ki sana kalacak
Ceketimi kasap alacak,
Pardösömü bakkal
Borcuma mahsuben...
Ya aşklarım
Ya şiirlerim ne olacak
Ya sen ele güne karşı
Nasıl bakacaksın insan yüzüne
Hülasa anacığım
Ne ambarda darım
Ne evde karım var.
Çıplak doğurdun beni
Çıplak gideceğim
Rüştü Onur
diyecekler ki arkamdan
ben öldükten sonra
o, yalnız şiir yazardı
ve yağmurlu gecelerde
elleri cebinde gezerdi
yazık diyecek
hatıra defterimi okuyan
ne talihsiz adammış
imanı gevremiş parasızlıktan
muzaffer tayyip uslu
Ben ölsem be anacığım
Nem var ki sana kalacak
Ceketimi kasap alacak,
Pardösömü bakkal
Borcuma mahsuben...
Ya aşklarım
Ya şiirlerim ne olacak
Ya sen ele güne karşı
Nasıl bakacaksın insan yüzüne
Hülasa anacığım
Ne ambarda darım
Ne evde karım var.
Çıplak doğurdun beni
Çıplak gideceğim
Rüştü Onur
başlık canlansın biraz temen hocam nerdesin? Ses ver!!
Karantinadayım bu aralar
Adını bile anmam yasak
Sesini Duyamıyorum hattım kapalı
Resimlerine bakıyorum gizli saklı
Evden dışarı çıkamıyorum
Kimseyi göresim yok
Herkes basit herkes yabancı
Halden anlamaz yüreğim
Seni düşündükçe ağlamaklı
Karantinadayım bu aralar
Canım sıkılıyor hiç olmadığı kadar
Eş dost da aramaz oldu
Ara sıra yemek getiriyor komşular
Bir mikrop sardı bedenimi
Koku da alamaz oldum
Ağzımın tadı zaten sensiz yok
İlaçları içmeyi de unuttum.
Karantinadayım bu aralar
Büsbütün tarumar oldum...
Karantinadayım bu aralar
Adını bile anmam yasak
Sesini Duyamıyorum hattım kapalı
Resimlerine bakıyorum gizli saklı
Evden dışarı çıkamıyorum
Kimseyi göresim yok
Herkes basit herkes yabancı
Halden anlamaz yüreğim
Seni düşündükçe ağlamaklı
Karantinadayım bu aralar
Canım sıkılıyor hiç olmadığı kadar
Eş dost da aramaz oldu
Ara sıra yemek getiriyor komşular
Bir mikrop sardı bedenimi
Koku da alamaz oldum
Ağzımın tadı zaten sensiz yok
İlaçları içmeyi de unuttum.
Karantinadayım bu aralar
Büsbütün tarumar oldum...
madem öyle Yusuf hocam. Dün NAZIM HİKMET 'in doğum günüydü.
Bu Vatana Nasıl Kıydılar
İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler,
saçlarından tutup sürüklediler.
götürüp kâfire : "Buyur..." dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Bu Vatana Nasıl Kıydılar
İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler,
saçlarından tutup sürüklediler.
götürüp kâfire : "Buyur..." dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
bilge to
mustafaatik
Gün Eksilmesin Penceremden
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
Cahit Sıtkı Tarancı
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
Cahit Sıtkı Tarancı
Sevemeyeceksin
Giderken kapıyı hızlıca çarpma
Elbet özleyip geri döneceksin
Parmağından yüzüğünü çıkarma
Başka kimseyi sevemeyeceksin
Hatıralar unutturmaz yüzümü
Arama boşa yok başka çözümü
Aklında kalsın, unutma sözümü
Başka kimseyi sevemeyeceksin
Kokum gelir burnuna, kahrolursun
Bensiz hayat zor sana, yorulursun
Bir tek şunu unutma ne olursun
Başka kimseyi sevemeyeceksin
Bitmez sevgin, ben seni hep özlerim
Mühürlenmiş gözlerine gözlerim
Her zaman dilimde şunu söylerim
Başka kimseyi sevemeyeceksin
Yusuf Güvez
Giderken kapıyı hızlıca çarpma
Elbet özleyip geri döneceksin
Parmağından yüzüğünü çıkarma
Başka kimseyi sevemeyeceksin
Hatıralar unutturmaz yüzümü
Arama boşa yok başka çözümü
Aklında kalsın, unutma sözümü
Başka kimseyi sevemeyeceksin
Kokum gelir burnuna, kahrolursun
Bensiz hayat zor sana, yorulursun
Bir tek şunu unutma ne olursun
Başka kimseyi sevemeyeceksin
Bitmez sevgin, ben seni hep özlerim
Mühürlenmiş gözlerine gözlerim
Her zaman dilimde şunu söylerim
Başka kimseyi sevemeyeceksin
Yusuf Güvez
Yalan Sevgi
sevdikte ne oldu
çöktük dizlerimizin
üstüne hayat durdu
dünya dönmüyor
kalp delik deşik
sevdiğimiz hiç sevmemişki
yalanmış meger o gülüşler
hersey yalanmış
sevdikte ne oldu
çöktük dizlerimizin
üstüne hayat durdu
dünya dönmüyor
kalp delik deşik
sevdiğimiz hiç sevmemişki
yalanmış meger o gülüşler
hersey yalanmış
Mağlup
Bu aşkın galibi ben olamadım
Yenildim tamam, kabul ediyorum
Sevdanın yükünü kaldıramadım
Ezildim tamam, kabul ediyorum
Boğuldum her gün gözyaşı seliyle
Bekledim hep düzelir ümidiyle
Hasret, özlem ve aşkın ateşiyle
Eridim tamam, kabul ediyorum
Yerine koyamadım başkasını
Bırakamadım hüznün yakasını
Defalarca ayrılık şarkısını
Söyledim tamam, kabul ediyorum
Bu aşkın galibi ben olamadım
Yenildim tamam, kabul ediyorum
Sevdanın yükünü kaldıramadım
Ezildim tamam, kabul ediyorum
Boğuldum her gün gözyaşı seliyle
Bekledim hep düzelir ümidiyle
Hasret, özlem ve aşkın ateşiyle
Eridim tamam, kabul ediyorum
Yerine koyamadım başkasını
Bırakamadım hüznün yakasını
Defalarca ayrılık şarkısını
Söyledim tamam, kabul ediyorum
Yusuf Bey, 68 yasinda
Kayseri'de yasiyor
DSİ' den emekli
3 yil 2 aydir siir yaziyor.
Kayseri'de yasiyor
DSİ' den emekli
3 yil 2 aydir siir yaziyor.
Okuyanda gerçek sanacak:)
Dur o zaman dün yazdığım şiiri de paylaşayım
OLMADI
Günler geçmek bilmedi yokluğunda
Baharı gördüm de yazım olmadı
Sitem etsem de her gün yalnızlığa
Seni bıktıracak nazım olmadı
Hüzünden aklar düştü saçlarıma
Derdimi dinleyen dostum olmadı
Her gün el açıp Allah’a yalvardım da
Dua ettim de namazım olmadı
Çare bulamadım hep sustum durdum
Kimseye edecek sözüm olmadı
Sensiz geceleri çok zor avundum
Harama bakacak gözüm olmadı
Şarkılar besteledim gündüz gece
Sana söyleyecek sazım olmadı
Mektuba döktüm yalnız iki hece
Adından başkada yazım olmadı
Dur o zaman dün yazdığım şiiri de paylaşayım
OLMADI
Günler geçmek bilmedi yokluğunda
Baharı gördüm de yazım olmadı
Sitem etsem de her gün yalnızlığa
Seni bıktıracak nazım olmadı
Hüzünden aklar düştü saçlarıma
Derdimi dinleyen dostum olmadı
Her gün el açıp Allah’a yalvardım da
Dua ettim de namazım olmadı
Çare bulamadım hep sustum durdum
Kimseye edecek sözüm olmadı
Sensiz geceleri çok zor avundum
Harama bakacak gözüm olmadı
Şarkılar besteledim gündüz gece
Sana söyleyecek sazım olmadı
Mektuba döktüm yalnız iki hece
Adından başkada yazım olmadı
Okuyanda gerçek sanacak:)
Dur o zaman dün yazdığım şiiri de paylaşayım
OLMADI
Günler geçmek bilmedi yokluğunda
Baharı gördüm de yazım olmadı
Sitem etsem de her gün yalnızlığa
Seni bıktıracak nazım olmadı
Hüzünden aklar düştü saçlarıma
Derdimi dinleyen dostum olmadı
Her gün el açıp Allah’a yalvardım da
Dua ettim de namazım olmadı
Çare bulamadım hep sustum durdum
Kimseye edecek sözüm olmadı
Sensiz geceleri çok zor avundum
Harama bakacak gözüm olmadı
Şarkılar besteledim gündüz gece
Sana söyleyecek sazım olmadı
Mektuba döktüm yalnız iki hece
Adından başkada yazım olmadı
Dur o zaman dün yazdığım şiiri de paylaşayım
OLMADI
Günler geçmek bilmedi yokluğunda
Baharı gördüm de yazım olmadı
Sitem etsem de her gün yalnızlığa
Seni bıktıracak nazım olmadı
Hüzünden aklar düştü saçlarıma
Derdimi dinleyen dostum olmadı
Her gün el açıp Allah’a yalvardım da
Dua ettim de namazım olmadı
Çare bulamadım hep sustum durdum
Kimseye edecek sözüm olmadı
Sensiz geceleri çok zor avundum
Harama bakacak gözüm olmadı
Şarkılar besteledim gündüz gece
Sana söyleyecek sazım olmadı
Mektuba döktüm yalnız iki hece
Adından başkada yazım olmadı