Azərbaycan dili Bahasa Indonesia Bosanski Català Čeština Dansk Deutsch Eesti English Español Français Galego Hrvatski Italiano Latviešu Lietuvių Magyar Malti Mакедонски Nederlands Norsk Polski Português Português BR Românã Slovenčina Srpski Suomi Svenska Tiếng Việt Türkçe Ελληνικά Български Русский Українська Հայերեն ქართული ენა 中文
Subpage under development, new version coming soon!

Subject: Şiir-Edebiyat

2008-10-12 15:22:59
Bu yazı özel bir yazı aslında ve özel birine lutfedilmiş.Ama birkaç parantezi açıklayabilirim.

Metal renkli gök ve yüzünü sisle pudralamış "yeryüzü ittifakı" ve "çekilen setler yükselen buğulu duvarlar"

Parlak gri tonlarda bir gökyüzü(sonbaharda bir yağmur atmosferi gibi) ve çevrenin sisli olması.Genel bir bakışta bunların gözde oluşturduğu hafif buğulu bir kompozisyon(ittifak).Uzaklaştıkça sisin görünürlüğü azaltması ve uzakları bir duvar,set misali kapatması(ufuklar yok).

Üzerindeki gelinlik

Gelinlik giymiş ama mutlu değil.Atmosfer ve ruh haline uygun bir kostüm değil.Görünürde bir dengesizlik söz konusu.Ama ruhsal derinliklerde dengesizlik değil aksine dışa vurulmuş bir anlam;soyut olanın somutlaştırılmış hali.Hayalkırıklıklarının resimlenmiş hali.

Köprüler kur gözlerindeki çatlaklıklara bakmakta olduğun gözlerden"

Gözler ruha açılan kapıdır.Bakışlar derinleştiğinde aslında içine doğru dalınan şey ruhtur.Köprüler de bu manevi ve soyut bağı anlatıyor;İki ruh arasındaki içsel iletişimi.

Çelik tırnaklarını

Her yaklaşımda savunma mekanizması çalışan bir kadın hırçın bir kedi gibidir.Normalde güçsüz ve sevimli,köşeye sıkıştırıldığında kaplan kesilir.'Tırnaklarını çıkarmak' deyimi gibi.Çelik çünkü daha güçlü,daha keskin,dayanıklı ve tehlikeli.

''Kan Majestesi''

Elfen Lied adlı manga-anime den yola çıkarak bulduğum bir isim.O hikayedeki Gothic kızın aslını bulmuş hali düşüncesi.
2008-10-12 16:08:30
"Metal renkli gök ve yüzünü sisle pudralamış yeryüzü ittifakı ve çekilen setler yükselen buğulu duvarlar"

Şimdi daha anlamlı ve güzel oldu hocam kompozisyonun.Özellikle yukarıdaki cümledeki simgesellik çok hoş oldu.Gerçekten özel bir durum için yazılmış çünkü cümleler ilk bakışta pek anlam ifade etmese de açıklamalarının da ışığıyla daha net görününce anlamlar, gerçekten hoş bir kompozisyon halini alıyor.

Tebrikler hocam ellerine sağlık.
2008-10-12 16:08:53
Teşekkür ederim:)
2008-10-15 23:53:40
Kara Bulut Kervanı

Kendinizi çelik gibi hissettiğiniz zamanlar olmuştur belki.Hatta çelikten bir kılıç.O kadar sağlam hissetmişsinizdir ki kendinizi;masallardaki kahramanların kınındaki güven ve güç gibisinizdir yahut hayal gücünüzdeki karanlıklara karşı bir yok edici.Özgüveniniz mağrur ve de parlak yüzeyiniz de kıvılcımlanıyordur.Her savaşa hazırmışsınız gibi endişesiz,zor anınızda etrafınıza kolayca destek güçler toplayabilecek kadar karizmatiksinizdir.Sizi ne yağmur korkutur,ne de başka bir kılıç darbesi.O yüzden kınınıza girme gereği bile duymazsınız.Parlaklığınız güneşin nazarlarından ırak günden güne artarken egolarınızda ahlaksız bir biçimde doğar ve büyümeye başlarlar.Zamanla bunlar o kadar büyür ve açlaşırlar ki artık onların karınlarını insan kanıyla doyurmaya başlarsınız.Yarılmış kalplerden akan gürül gürül hayat kanı.O kalpler mühim değildir,yeter ki siz beslenin ve ününüz artsın.Ama zaman ve mekan ne gibi yaman ve kadim düşmanlar ortaya çıkarır bilinmez.Kibirinizden o kadar yüksekte salınmaktasınızdır ki,kelle kesmeye o kadar alışmısınızdır ki bunları anlayacak durgunluk ve gerekli alçaklığa erişememişsinizdir bile!
...
Karanlık saatler çökmeye başlar.Çok farklı bir efendi çıkar karşınıza.Bunca zaman istemeden olduğunu düşünseniz de 'kovulmuşların' silahı olup,ona karşı sivrildiğinizi yazıktır ki anlamışsınızdır ama artık çok acı bir geç yağmuru yağmaktadır çelikten yüzeyinize.Nice yağmurlarla yıkanmış parlak metalik cildiniz yıpranmaya başlar ve şaşırırsınız.Ne oluyor demeden ilk kılıç iner sinenize.Derken ikincisi,üçüncüsü ve saymayı unutturan diğerleri hep birden hücum ederler size.O kadar güçlü vurmalarına gerek yoktur aslında.Zaten her bir darbede paslanmış ve bir zamanlar o çok güvendiğiniz zırhınız çentilmeye başlamıştır.Her bir savunmada bir çentik.Başka bir çatlak ve bir başka çatlak daha.
...
Körlüğünüz ve egoistliğiniz şimdi sizi parçalanmış bir kılıç haline getirmiştir.Artık kara bir efsanesinizdir.Ne belirli bir adınız vardır,ne de kıyıda,köşede,kuytuda bir siluetiniz.
...
Kendinizi taşıdığınız 'hiçlik' tahtına hoşgeldiniz.Terfinizin sıcak tadını çıkarın...

NS KKTN
2008-10-17 09:08:18
^
2008-10-18 09:00:45
Harika hocam...
2008-10-18 12:14:48
KIRMIZI ARABA

Süleyman kara bıyıklı bir işçidir
Ve bu kara bıyıklı Süleyman'ın hikayesidir
İş bulduğu günlerde evine dik dönmekte
Ve götürdüğü ekmeği yemektedir
Karısı Neriman ve oğlu Cevahir'le birlikte
Ne kadar zalim esse de rüzgar
Ne kadar belini bükse de ekmek parası
Aslan gibi bir adamdır işçi Süleyman

Onun Cevahir’i vardır
Cevahir altı yaşındadır
Çünkü gözleri çakmak çakmaktır
Çünkü Süleyman’a bir başka bakmaktadır

Bir pazar sabahı
Tutar babası Süleyman; Cevahir'in elinden
Ve yanında kader yoldaşı karısı Neriman
Çıkarlar gezmeye İstanbul’u inadına
Bir yol düşünür Süleyman
Ulan bu bahtı kapalı kentte
Yürümek de parayla değildir elbette
Üstelik Neriman’a hanidir istediği o naylon terlikle
Canından özgü Cevahirine
Bir gazozla bir simidi alabilecek kadar
Para da vardır cepte


Yürürler İstanbul şehrinin kalbine
Önce Neriman’ın naylon terliği alınır bir seyyardan
Sonra da beğenirler simidin en hasosunu umutları Cevahir’e

Anlatır işçi baba Süleyman
İş ararken adım adım arşınladığı sokakları
Bak Cevahir işte şu Yeni Cami
Hem cami hem güvercinlerinin bakması nasılsa bedavadır

Bak Cevahir şu dumanı tütenler vapur
Şu çığlık çığlığa ağıt yakanlar martılardır
Hem vapurun dumanı hem vapurun düdüğü de bedavadır

Bak Cevahir şu uzakta görünen de köprüdür
Geçmesi değilse de onun da bakması bedavadır


O pazar günü
Kara bıyıklı işçi Süleyman
Karısı can yoldaşı Neriman
Ve gözleri çakmak çakmak olan oğulları Cevahir
Gezerler İstanbul şehrini böyle bedavadan


Ve birden mumun alevi söner
İstanbul’un yalanı biter
Nasıl olur bilinmez takılır Cevahir’in gözü
Bir oyuncakçı vitrininde
Pırıl pırıl yanan kırmızı oyuncak arabaya
Döner kara bıyıklı dağ gibi babası Süleyman’a
Bana şu kırmızı arabayı alsana baba

Alsana be Süleyman
Canına can parçana
Bir oyuncak araba almayacaksan eğer
Yuh olsun sana

Nasıl olsa babası onu çok sevmektedir
İşin belası küçük Cevahir bunu bal gibi bilmektedir

Bir vitrindeki kırmızı arabaya bakar Süleyman
Bir karısı Neriman’a
Sonra takılır gözleri Cevahirin gözlerindeki umuda inadına
Ulan alt tarafı bir oyuncak araba
Dünya yansa yorganın yok içinde Süleyman
Alem çökse üstüne hayıfın çok Süleyman
Bakarsın cepteki son gazoz parasına
Cevahir’in o kocaman umuduna
Yakışır şu kırmızı araba

Bırakır karısı Neriman’la Cevahir’i dışarıda
Girer iflah etmez bir umutla dükkana
Sorar dağ gibi Süleyman
Usta şu vitrindeki nazlı gelin
Şu zalımın ışıltısı
Şu bahtımın kara yıldızı
Şu İstanbul ağrısı
Şu Cevahir’in çakmak çakmak gözleri
Şu kırmızı araba kaç para
Bir Süleyman’a bakar adam bir arabaya
Çok para der hemşerim yani çok para
Süleyman cebinde bir gazoz parası
Yıkılmış bir dağ artığı
Bir tufan sonrası perişanlığı
Döner kapıya çıkmak için dışarı
Oğlu Cevahir
Kırmızı arabayla getirecek
Babasını beklemektedir
Nasıl olsa babası ordan
O kırmızı arabayla çıkacaktır
Nasıl olsa
Kara bıyıklı dağ gibi
İşçi Süleyman babasıdır
Yani Cevahir’in gözünde o
Dünyanın en güçlü
Dünyanın en zengin
Dünyanın en büyük adamıdır
Süleyman


Ama Süleyman
Eli boş çıkar dükkandan
Sorar Cevahir hani baba
Hani kırmızı araba
Sorar hesabı bulutlar dağa
Nasıl desin Süleyman
Nasıl desin adam yüreği
Ben onu sana alamadım
Benim ona param yetmedi diye
Başlar ağlamaya Cevahir
Başlar bulutlar ağlamaya
Yanar yerin yedi arzı
Ve güvercinlerin kalbi başlar kanamaya
Ulan İstanbul yanar içine Süleyman’ın

Sorar Cevahir
Hani baba hani kırmızı araba
Martıları gösterir Süleyman
Bak ne güzel uçuyor
Cevahir martılar havada
Boş ver kırmızı arabayı
Baksana martılara
Bakmaz martılara Cevahir
Bakar yangın gibi arabaya
Ama bak der Süleyman
Ne güzel uçuyor martılar havada
Cevahir bir çocuktur küçük yüreğinde yer çoktur
Takılır gözü martılara
Gözünden sel olup akan kan rengi yaşlarını siler
Evet der ne güzel uçuyor martılar havada
Ve unutur gider Cevahir kırmızı arabayı
Unutur gider dalar gözleri martılara

Cevahir unutur unutmasına ya
Kara bıyıklı dağ gibi işçi baba Süleyman
Ömrü boyunca unutmaz o kırmızı arabayı
Her gece döşeğine yattığında
Uyumak için gözlerini kapadığında
Demir lokma gibi
Bir kırmızı araba takılır durur kursağına
Bütün ömrü boyunca


İşte bu
Kara bıyıklı Süleyman’ın hikayesidir
Ve herkesin bir yerine
Bir gün bir Süleyman acısı değmiştir


İbrahim SADRİ
2008-10-18 12:31:59
Sanırım serbest şiiri en güzel kullanan Türk şairlerinden İbrahim Sadri.
2008-10-18 19:23:59
Sevdiğim bir şiirdir. Ne de olsa hemşerimin şiiri =)
2008-10-18 20:02:39
BENİM ÖLÜMÜM

SANA İNAT ÖLECEĞİM
SANA İNAT SENİN GÜZELLİĞİNE
VE LALE BAYRAMINDAN GÜLLERE
VE YASANMAMIŞ HAYALLERE İNAT...
SENİN EN ARZULU, EN GUZEL CAĞINA İNAT
KAHKAHALAR ATARAK ÖLECEĞİM

KEFENİM YAMALI OLMAK PAHASINA
İŞ OLSUN DİYE,
SPOR OLSUN DİYE,
KALLEŞLİK OLSUN, KURNAZLIK OLSUN DİYE
SİZSİCE ÖLECEĞİM, HAİNCE ÖLECEĞİM
NASIL ÖLÜNÜRMÜŞ GÖSTERECEĞİM
İBRET ALACAKSIN, KISKANACAKSIN.

İLKTEN TANIMAYACAKSIN TABUTUMU
SONRA ÖLDÜĞÜM SOYLENECEK İNANMAYACAKSIN
SONRA ONU BİR-İKİ DEFA GORMÜŞTÜM DİYECEKSİN
YÜZÜNÜN KIZARDIGINI GORMEYECEKLER
ŞÜKREDECEKSİN,

SONRA SESSİLĞİM HÜKMEDEREK TÜM İNSANLARA
ÖLÜ YELKENLİLER BATACAK
SEBEPSİZ ÖLDÜĞÜME HÜKMEDECEKSİN
KENDİNİ AVUTACAKSİN, KANDIRACAKSIN
BEN ÖLMÜŞ OLACAĞIM, SUSACAĞIM
SUÇU BENİM ÜZERİME ATACAKSIN,

SONRA GENÇLİĞİM AKLINA GELECEK
SONRA SENİ NE KADAR COK SEVDİĞİM, SANA TAPTIĞIM
SONRA ÇELİK GİBİ VUCUDUM GELECEK AKLINA
GÜCÜM KUVVETİM, SIHHATİM NEŞEM
BUNU GECELERE HAYKIRACAKISN,

FAKAT BUNU ANLADIĞIN ZAMAN
KEMİKLERİM ÇÜRÜMÜŞ OLACAK
AYNALARDA BİRAZCIK KATİL GÖRECEKSİN KENDİNİ
MEZARIMA DUŞECEKSİN TIRNAKLARINLA
BOCEKLER BENİ TAŞIMIŞ OLACAK
BU DÜNYANIN BÜTÜN MİLYONLARI DA
UNUTMAYI SATIN ALAMAYACAK
SANA BU KALLEŞLİĞİ YAPACAĞIM
FİRAR EDECEĞİM DÜNYADAN
YÜZÜNÜ BİR DAHA GÖRÜR GÖRMEZ

ORHAN SEYFİ ŞİRİN
2008-10-19 17:08:45
GİT BAHAR

Çekil bu gölgeli yolda gezinme,
Bahar bakışların yine pek sarhoş.
Yanılıp gönlüme misafir inme.
Kapısı kilitli, mihrabı bomboş

Mabettir orası, meyhane değil...

Işıklar, kokular, sesler, çiçekler...
Ömrünün her günü bir başka düğün,
Bülbüller koynunda açtı çiçekler
Güller dökülürler göğsüne bütün!...

Gerçekten güzelsin, efsane değil:

Altınlı başında papatya niçin?
Sarı saçlarına pembe gül takın
Git bahar...Gönlümde ibadet için,
Diz çöken kızları ürkütme sakın,

Kalbime girme, o kaşane değil!..

Git bahar, git bahar! Uzaklarda gül,
Denize renginden bırak hediye,
Ufuklarda gezin, semaya süzül...
Kalbime sokulma "Peymane!" diye,

Gördüklerin kandil, peymane değil!



Halide Nusret Zorlutuna "Git Bahar" şiiri 1919 yılında yazılmıştır. Birinci Cihan Savaşı'nın verdiği acılar, üzüntüler, yokluklar ve çaresizlikler üstüne bir de Mondros mütarekenamesinin utanç verici ağırlığının çöktüğü; İstanbul'un düşman işgaline uğradığı, zulmün, işkencenin sınırı olmadığı yıl...



"1919 yılının baharı işte böyle bir İstanbul'a bütün güzelliği, bütün haşmeti ve çılgın neşesiyle çıkıp gelmişti. Ona: "Safa geldin, sofalar getirdin!" demeye imkân var mıydı? O harikulâde güzel renkler, gölgeler, kokular, ışıklar, deli bir neşeyle cıvıldaşan kuşlar beni boğuyorlardı sanki. Ben de elimde olsa baharı boğacaktım. Ama elimde değildi, onu sadece kovuyordum."



Böyle diyor, Halide Nusret...
2008-10-26 10:26:57
BETON

Yürü; duvar beton, otur; yer beton
Tavana bakarsın, bakma der beton
Yağmur kokan toprakların nerede?
Gelemem, gelemem böyle...

Ne çiçekler açar, ne kuşlar öter
Yolların on adım ötede biter
Serbest gezen ayakların nerede?
Gelemem, gelemem böyle

Deprem mi geçirdin, talan mı gördün?
Kanlı haydutlara haraç mı verdin?
Obaların, ocakların nerede?
Gelemem, gelemem ben de...

İnancın cezalı, yüreğin tutsak
Konuşacak yerde, çaresiz susmak
Dudakların, duaların nerede?
Gelemem, gelemem ben de...
2008-11-01 11:59:06
IRAK'IN TÜRKMEN ZULMÜ

Ben Türkmen’im Türkiye, Irak’taki Türk’üm ben,
Seninle aynı soy, aynı necip ırkım ben,
Bin yıldır burada dönen sana ait çarkım ben,
Senin gibi, ben de ta Oğuz’dan geliyorum,
Ya yetiş imdadıma, ya artık ölüyorum.

Asya’dan çıkıp gelip, edinince bu yurdu,
Petrol ne bilmiyordum, dünya da bilmiyordu,
Altından petrol çıktı, bütün dünya kudurdu,
O gün, bu gün dünyanın hedefi oluyorum,
Ya yetiş imdadıma, ya artık ölüyorum.

Ne zaman ki petrolün tam farkına vardılar,
Üşüştüler başıma her yanımı sardılar,
Beni, senin bağrından çektiler kopardılar,
Anasız kuzu gibi, yıllardır meliyorum,
Ya yetiş imdadıma, ya artık ölüyorum.

Beni sensiz bulunca dedim ya kudurdular,
Kuduranlar sanma ki sadece gavurdular,
Beni esas sırtımdan dindaşlarım vurdular,
Benim suçum Türk olmak, ben bunu biliyorum,
Ya yetiş imdadıma, ya artık ölüyorum.

Ben Türkmen’im Türkiye, her yanım yara,
Petrol gibi talihim, petrolden daha kara,
Çok yoruldum ay gardaş, hele var ya bu ara,
Boğulmak üzereyim, zor nefes alıyorum,
Ya yetiş imdadıma, ya artık ölüyorum.

Bugüne dek dayandım, takatten düşüyorum,
Ölümlerle doluyor, ölümle yaşıyorum,
Nasıl böyle duyarsız olursun, şaşıyorum,
Bir bildiğin var diye teselli oluyorum,
Ya yetiş imdadıma, ya artık ölüyorum.

Kayıp etmedim asla umudumu hiç kayıp,
Hep gelmeni bekledim günleri sayıp sayıp
Bıçak artık kemikte, durumumu anlayıp,
Geleceksen gel, gel, gelmeni diliyorum,
Ya yetiş imdadıma, ya artık ölüyorum.

Irak’ı uzak sanma, ben hemen dibindeyim,
Farzet ki emmingilde, veyahut bibindeyim,
Az elini uzatsan vallahi cebindeyim,
Gardaşım, gardaşım kapını çalıyorum,
Ya yetiş imdadıma, ya artık ölüyorum.

Soruyorum cevap ver, söyle bana baş mısın?
Söyle ki Arif bilsin, benimle yoldaş mısın?
Özüm sana gardaş der, yoksa kara taş mısın?
Taşsan eğer seni de defterden siliyorum,
Ya yetiş imdadıma, ya artık ölüyorum.
2008-11-02 12:50:46
Yılgınlığa İnat

Düşümde Gördüm Seni
Oturmuştun duvarın dibine düşünüyordun
Sararıp solmuştu benzin
Ağlamaklı mı neydi gözlerin
Puslu bir vakit düşmüştü ufkuma
Pek farkedemedim..
Düşümde Gördüm Seni
Oturmuştun duvar dibine
Elinde sazın
Bizim türkümüzü söylüyordun
Urun, urun yükseliyordu bozgunlar
Onurlu ölümler yaşanan
Ak alınlı çocuklara, yılgınlığa inat,
Dağlara-dağlara diyordun.
Düşümde Gördüm Seni
Uzanmıştın ranzana
Gün aşırı şiirler okuyordun
Kavlimize tutkun gökçen soylu
Sevdalardan yana
Aldırma, boşver demiyorum sana
Bilirim ki sen sevdayı
Hoşnut kavgalarla yan yana
Parmaklık, parmaklık işlersin
Gün ola harman ola diyen yüreklere...
Düşümde Gördüm Seni
Yalçın kayalıklara yaslanmıştın
Ötüken mi Tien mi Şan mı bilmem
Kurt başlı tuğun elinde
Börteçine önünde
Oğuz'un boyuna selam diyordu bakışın
Düşümde Gördüm Seni
Çin seddine Kür-Şad'dı çehren
Ama kollarında kelepçe ayağında pranga vardı
Kan mı damlıyordu ne yüreğinden
Puslu bir vakit düşmüştü ufkuma
Pek Farkedemedim..
Düşümde Gördüm Seni
Sevdası gurbet olmuş bir karakışta
Yolcu ediliyordun arkadaşlarının omuzunda
Yamtar'ların, Sancar'ların, Afşin'ların uçmağına
Cennet bahçelerine
Ve marşlar söylüyorduk ardından
Yastığımız Mezar Taşı
Yorganımız Kar Olsun
Biz Bu Yoldan Dönersek
Namus Bize ar Olsun..
Düşümde Gördüm Seni
İrem Bağlarında ab-ı kevser içiyordun
Kıvılcımlar Çıkıyordu Gözlerinden
Ak Alınlı Çocuklara
Yılgınlığa İnat!
Dağlara-dağlara diyordun
2008-11-03 06:59:22
güzelmiş
2008-11-08 10:05:01
Türk oğluyum, Türk olarak ölürüm
Kanım Türk'tür, dilim Türkçe, sözüm Türk
Türk olmayı en mukaddes bilirim
Dinim islam, içim Türk'tür, özüm Türk

Türk'e karşı kim olursa karşım var
Arş ileri arş ileri marşım var
Bu ülkede Türk İstiklal Marşı'm var
AYYILDIZ'lı bayrağım Türk, tezim Türk

Türkçe yürür her kıtada gezerim
Şiirim Türk,bağlamam Türk,yazım Türk
Türklüğüme zarar görsem ezerim
Avrupa'da iz bıraktım, izim Türk

Türk'e karşı kim olursa karşım var
Arş ileri arş ileri marşım var
Bu ülkede Türk İstiklal Marşım var
AYYILDIZ'lı bayrağım Türk tezim Türk