Azərbaycan dili Bahasa Indonesia Bosanski Català Čeština Dansk Deutsch Eesti English Español Français Galego Hrvatski Italiano Latviešu Lietuvių Magyar Malti Mакедонски Nederlands Norsk Polski Português Português BR Românã Slovenčina Srpski Suomi Svenska Tiếng Việt Türkçe Ελληνικά Български Русский Українська Հայերեն ქართული ენა 中文
Subpage under development, new version coming soon!

Subject: Tarih

  • 1
  • 2
2008-11-01 21:51:14
aqaya [del] to All
Tarihin Arkaplanında kalan ..Güzel,Enterasan,Değişik Olay vesaireleri Paylaşalım istedim..

"Sanma şahım / herkesi sen / sadıkane / yar olur
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyar olur
Sadıkane / belki ol / alemde bir / dildar olur
Yar olur /ağyar olur / dildar olur / serdar olur "

("Şahım sen herkesi kendine sadık dost sanma
Sen herkesi dost sanma belki o düşmanın olur
Belki o kişi alemlerde sözü geçen olur
Dost olur düşman olur sözü geçen olur hükümdar olur." )

Yavuz Sultan Selim Han'a ait bir beyit. Dizelerin ilk kelimeleri yukarıdan aşağıya okunduğunda aynı dizeyi verir. Bu tarzda yazılan ilk beyit olduğu söylenmektedir. Divan edebiyatında bu özelliğe vezni aher denir.

Yavuz Sultan Selim Han bu beyiti Şah İsmail'e yazmıştır. Hikayesi şöyledir:

Yavuz şiire, edebiyata ve satranç oynamaya meraklı biridir. Aynı şekilde Şah İsmail'de de bu özellikler vardır. Sarayında ünlü şairleri barındırır ve çok iyi satranç oynar. Bunu bilen Yavuz Şahın şahın bu özelliğinden yararlanmak ister. Tebdili kıyafetle (gezgin bir abdal kılığında) şahın ülkesine gider. Hanlarda , Kervansaraylarda satranç oynayarak önüne geleni yener. Haber şaha ulaşır. Şah der ki çağırın birde benimle oynasın. Yavuz Şah'ı da yener. Şah sinirlenir ve Yavuz'a der ki: "sen edep nedir bilmez misin? Hiç şahlar mat edilir mi?" Elinin tersiyle Yavuza bir tokat atar( Bir rivayete göre ) . Şahın kızdığını anlayan Yavuz onu yücelten şiirler okumaya başlar. İşte şahın huzurundan ayrılırkende bu şiiri okur. Ancak Şah İsmail hala onun Yavuz Sultan Selim olduğunu anlamamıştır.

Yavuz yediği tokatın acısını unutmaz. Birkaç sene sonra Çaldıran'da Şah İsmail'i yener ve ona bir mektup gönderir. Mektupta o günkü tokadın acısını aldığını söyler ve ilave eder: " Atacaksan tokadı böyle atacaksın. "

(Osmanlı Medeniyeti)


NOT : Edebiyat - şiir Başlığına Yazacaktım fakat böyle bir başlıkda olsun istedim ..
.
(edited)
2008-11-01 21:52:14
Yavuz Sultan Selimin aşkı 'Seven Neylesin'?
Cihan padisahi Yavuz Sultan Selim, Sam yakinina otagini kurdurarak burada üç ay kadar kalmis. Bir Türkmen kizi da, zaman zaman padisahin çadirina gelerek, otagin temizlik islerini yapar, hünkâr çadirini tertibe ve düzene sokarak siradan gündelik islerle mesgul olurmus… Yine bir sabah temizlik için geldiginde, Sultan Selimi görmüs. Türkmen güzelinin gönlü sultana, su gibi anîden akiermis gönlünü kaptimis ona.- Hani kalbin, her an bir halden baska bir hale geçmek, gibi anlamlari da vardir ya- Zamanla kalbinin içini, ince bir sizi sarmis genç kizin ve baslamis kalbi için için göynümeye.
Bir gün, gözü, hünkâr çadirinin diregine ilismis. Diregin üst kismina askin gücü ona, söyle bir satir yazma cesareti vermis:

“Seven insan neylesin”


Yavuz Sultan Selim, otagina yatmaya gelince, birden direkteki yaziyi fark etmis,” Bu da ne ola ki” diyerek uzun bir muhakemeden sonra, bir vehim ve bin endise derken… Almis eline kalemi söyle bir satir da o düsmüs ayni direkteki dizenin altina. “

“Hemen derdin söylesin.”

Türkmen kizi, ertesi gün gelip baktiginda otagin diregine, sevincinden aglamis, o küçücük kalbi heyecandan gögsüne sigmaz olmus, yer de onun olmus âdeta gök de… Fakat koskoca cihan sultanina ilân-i askta bulunmanin, atesle oynamak, ates girdabina bilerek atlamak gibi ölümcül bir tehlikesi de varmis. “Varsin olsun bu ask, buna deger diye düsünmüs.” Aldigi mesaji heyecanla hemen cevaplandirmaktan kendini alamamis ama yine de içinde bir korku kurdu varmis ki genç güzelin, yüregini her gün dis dis, burgu burgu kemiren… Askin gücü, zoru ve korkuyu nefes nefes yasayan o gencecik yüregin imdadina yetismis derhâl. Bir satýr daha yazmis ayni direge

“Ya korkarsa neylesin”

Yavuz sultan selim, aksam, çadira döndügünde, not düstügü direkteki satir gelmis aklina. Bakmis ve okumus ki askin heyecanin ve korkunun karistigi, tezat dolu sözcüklerin bulustugu satirlar, bir mizrak gibi durmakta karsisinda. Hemen o satirin altina bir misra daha eklemis, aska yenik düsen koca padisah:

“Hiç korkmasin söylesin.”

Bir askin bulusan, karmasik ve bulanik duygulari söyle dizilmis diregin üzerine:

” Seven insan neylesin Hemen derdin söylesin Ya korkarsa neylesin Hiç korkmasın söylesin”

Sabahin olmasini sabirla beklemis padisah. Seher vakti sirdasi Hasancan çagirtmis, derhâl bir emir vererek:

” Biz dahi merak edip onu görmek isteriz tîz elden bu kizi huzura getirin.
Emir derhâl yerine getirilmis ki Ahu gözlü, endami hos, alimli, nazenin, ceylân gibi bir Türkmen güzeli… Hünkârin emriyle derhâl bir dügün alayi tertip edilmis. Eglenceler, yemeler içmeler… Dügünün son gecesi, sirlarla dolu bu askin bilmecesi kader-i ilâhî tarafindan çözülmüs, Çözülen bu kara baht çikinindan yayilan aci haber, saskina çevirmis herkesi, yer gök âdeta üzüntüye, mateme bogulmus. Ahu gözlü Türkmen dilberinin “Selim” diye çarpan saf ve küçük yüregi, bu büyük cihan sultanin askindaki sirri kaldiramamis ve birden duruvermis. O çadirin diregi, bu olayin canli fakat ketum sahidi olmus asirlardir. Bu dünya hayatinda vuslat nasip olmadigi gibi o gencecik yürege, buna fani alemde bir çare de bulunamamis. Bu hazin gönül çarpilmasinin ve gönül yangininin sonunda derler ki:

” Koca hünkâr, aglamis” ve Türkmen kizina yaptirdigi mezarin mermer tasina, su dörtlügü kazdirarak, dünyaya, askin gücünün karsisindaki çaresizligini en güçlü ordulari yenen koca hünkâr söyle haykirmis:

Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek
Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek
Sîrler pençe-i kahrimdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek.”

Bilmem ki gözlerime felek nasil bir büyü yapti ki
Gözümü kan içinde birakti, askimi artirdi
Benim pençemin( gücümün) korkusundan arslanlar(bile) titrerken
Felek beni bir ahu gözlüye esir etti..
2008-11-02 17:32:54
İlk Yazdığım olaya yorum yokmu ya ben çok etkilenmiştim :! kimse okumadımı yoksa ..
2008-11-02 17:37:23
Her ikisini de okudum,ayrıca güzel de bi başlık :)
2008-11-03 06:57:25
ewet
2008-11-03 13:53:50
Gerçekten 'Yavuz' Sultan Selim :)...
2008-11-04 01:00:08
Fatih Sultan Mehmet Han’ ın Halkını İimtihanı


Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul' u fethetme plânları yapıyordu. Daha henüz 21 yaşında bulunan hükümdar, İstanbul'un fethine girişmeden önce, halkını imtihan etmek istemişti. Sabahın erken saatlerinde tebdili kıyafet ederek, Osmanlı'nın başşehri olan Edirne'de çarşıya çıktı.

Çarşının bir tarafından girip, alış veriş yapmaya başladı. Birinci dükkâna varıp bir şey aldı. İkinci bir şey istediğinde dükkân sahibi vermedi. Fatih Sultan Mehmet Han'ı tanımıyordu dükkân sahibi. Fatih Sultan Mehmet mal olduğu halde neden vermediğini sordu.

Adam:

-Ben sana bir şey satmakla sabah siftahımı yapmış oldum, ikinci alacağını da karşıdaki dükkândan al. Çünkü o henüz siftah etmemiştir, dedi.

Fatih Sultan Mehmet memnun olmuştu. Öbürüne vardı, bir miktar mal aldı... İkincisini istediğinde o da vermeyip komşu dükkâna gönderdi. Böylece Hazreti Fatih koca çarşıyı baştan sona kadar dolaştı... Hepsinde aynı mukabele ile karşılaşmıştı.

Aldıkları erzakı, medresede ilim tahsil eden talebelere gönderdi, kendisi de saraya gelip Allah'a şükür secdesine kapandı ve şöyle dedi:

— Ya Rabbi sana hamdolsun... Bana böyle birbirini düşünen millet ihsan ettin. Ben bu milletimle değil Bizans'ı, dünyayı bile fethederim, dedi ve İstanbul' un fetih planlarını hazırlamaya başladı.

51 gün süren muhasaradan sonra Bizans, Akşemseddin Hazretlerinin de bizzat iştirakiyle fethedildi. İstanbul fethedildikten sonra, Osmanlı imparatorluğunun merkezi Edirne' den İstanbul' a taşındı.
2008-11-04 15:54:00
:) şimdiki esnaf dandik malını kakalamaya uraşıyor ..

Güzel bir yazı saol ..
2008-11-04 15:55:25
;)
2008-11-06 03:32:03
hocam güzel, doğru olabilir yanlış olabilir. ama bunun İstanbul'un fethiyle ilişkisini kuramadım cidden :)

Bi de Akşemseddin motifi çok yavan durmuş. Sanki rica minnet gelmiş, gelmese istanbul fethedilmezmiş gibi anladım :) biz tarihteki askeri başarılarımızı başka şeylere mâl etmeyi çok seviyoruz. Çanakkale'de sarıklılar, burda Akşemseddin'in lutfu falan. Zaten dünyada müslümanlığa inanan bir tek Türkler, Allah hep Türklere yardım ediyor. Yok öyle şey. İstanbul'un fethinde askeri teknoloji zamanının ilerisindeydi diye hatırlıyorum ilkokul-lise tarih derslerinden, şahi topları falan. Çanakkale'de yurttaşlık bilinci, yurt sevgisi önplana çıktı. Ama biz bunu kendi başarımız olarak değil de Allah'ın yardım etmesi olarak görüyoruz. Allah bize yardım ediyor da Irak'a, Filistin'e neden yardım etmiyor. Onlar daha mı az müslüman?

Yani belki algıda seçicilikten dolayı ben olayı yanlış anlamışımdır, eğer yazıda başka bir şey kastedilmişse uyarın.
2008-11-06 11:45:24
Tarihini bilmeyen bir millet yok olmaya mahkumdur !

M.KEMAL ATATÜRK
2008-11-06 13:30:41
Yazıda beni daha çok etkileyen insanların o zamanlar sahip oldukları ahlak ve birbirlerine duydukları saygıydı. Allah'ın yardım etmesi durumu;bu bana kalırsa aslında tabiki doğrudan Allah'ın sopası olmak ile ilgili değil de o insanların O'na duydukları inanç ve bağlılıklarından dolayı içlerinde hissettikleri cesaret ve değerlerine olan düşkünlük durumudur.Bu,onların savaşalarda zorluklardan yılmadan ve korkmadan,ne için savaştıklarını unutmadan mücadelede baskın taraf olarak kalmalarını sağlıyor.Ha tabi bunun manevi yönünü bile konuşuyor sayılmam şu an.Her durum,herkese makul gelmeyebilir çünkü.O yüzden bu şekilde açıkladım.Ama tabiki savaşlarda taktik önemli bir unsurdur.Teknoloji daha çok günümüzde baskınlığını göstermektedir.Ayrıca İstanbul fethinde o toplar savaşta karşı tarafa zahiyat verdirmekten çok duvarları aşmak için kullanıldılar.Yani iş yine o duvarların arkasındakilerle savaşacak olan Türk askerlerine düşüyordu.Akşemseddin hikayesini bilmiyorum.Ama bilmesem de anladığım kadarıyla şöyle bir yorum yapabilirim.Muhtemelen insanların çokça saygı duydukları bir insandı.Onun varlığı da onay ve destek demekti.Bu da psikolojik açıdan askerlerin dirençlerini artırıyordu. Yine gelecek olursak savaştaki stratejinin önemine,tabi ki Allah-Kitap diyerek savaş kazanılmaz.Zaten Allah'ın buna müsade etmediğini Uhud savaşından anlayabiliyoruz.Uhud savaşında müslümanlar putperestleri geri püskürttüler.Tepenin arkasından dolanmaları olasılığını düşünen Hz.Peygamber stratejik bir noktaya okçularını yerleştirdi.Fakat savaşın kazanıldığını zanneden okçular tepeyi emir almadan terkettiler.Bunu değerlendiren putperestler de savaşı leyhlerine çevirdiler.Yani Peygamberin orduları da olsa hamle savaşlarda çok önemli.Allah'ın yardımı ayrıtılarda gizli.

Irak ve Filistin...
İşte sdece Allah'a inanıyorum ve müslümanım demekle bitmiyor o iş.Oradaki insanlar birlik olup Amerika elini kolunu sallaya sallaya topraklarına girerken karşılık vermediler.Vatanlrını savunmadılar,değerlerini çiğnettiler.Saddam'ı isteselerdi yıkabilirlerdi fakat onlarda böyle bir birlik anlayışı yoktu.Onların yaşam biçimi ve bölünmüşlüğü İslam'a ters. Onlar Amerikalıları ve Peşmergeleri topraklarında söndürmek yerine Şii Sünni kavgasına tutuştular;çok eski bir fanatizme yine fiili olarak alet oldular.

Allah aklını kullanmayana ne yapsın?..

Ayrıca senin almak istediğin cevabı biliyorum.Ama asgari söyleyebileceğim bunlardır.Allah aklını kullanmayana yardım etmez.Kurtuluş savaşını çapulsuz ve az sayıdaki genç çocuklar kazandı,köylü kadınlar,ihtiyarlar kazandı.Parasız pulsuz bir hükümet kazandı.Onlrı bir arada tutan inançlarının gerçek yanını görmeleriydi.İslamiyette vatan satmak gibi birşey yok.Kutsal ve insani değerlerini canı pahasına savunmak vardır;zalime ezdirmemek için canını bir saniye(ki o bir saniyde bile çok şey dğeişir) düşünmemek vardır.Irak ve Filistin'deki gibi bölünmüşlük ve kendi kardeşinin etini yemek yoktur. Müslümanlığı kimliğinde taşıyanlara değil Allah,kendileri bile yardım edemezki?..
2008-11-06 16:05:33
+1 çok haklısın hocam.

@walt: Ayrıca şunu da anlayamıyorum Ben eğer inançsız olsaydım bende niye vatan millet sevgisi olurdu ? Ahiret inancın yoksa neden bir hiç uğruna savaşasın.. o uğurda ölenler savaşmayıp daha iyi şartlar içinde kendi yaşamlarınıda sürdürebilirdi iş birlikçi olup ..
Millet maddesel olarak yapacağının en iyisini, elinden geleni fazlasıyla yapıp sonra Maneviyat ile savaşmışdır ..
Biri olmadan diğeri anlam ifade etmiyor ..
benim fikrim bu yönde. Neyse konu kaymasın tarihe geri dönelim.. saygılar.
2008-11-06 19:57:12
hocam yapma, ahlâkın temeli din değildir, bir şeyi karşılık beklemeden sevmenin temeli din değildir. Yani Tanrı'ya inanmamak her istediğini yapmak gibi anlatılmış ki yok öyle bir şey. Yani yurdunu satacak bir insan "Ben Müslümanım ben yapmam" diye düşünmez. Satacak olan ne dinden olursa olsun satar zaten.

evet bir amaç uğruna savaşmanın pozitif bir etkisi olduğunu inkar etmiyorum zaten. Fakat benim tepkim daha doğrusu anlamadığım nokta, önceki mesajımda da belirttiğim gibi özgüven eksikliğinden dolayı, kazanılan başarıyı başka yerlere bağlamak. Hani böyle tipler vardır ya üniversitede olsun, lisede olsun "Hiç çalışmadan geldim ben abi" falan derler onun gibi :)
2008-11-06 22:02:41
Ahlakın temeli İslam dini olmayabilir.Ama İslam dini ahlaklı olmayı herşeyin önüne koyar.Bu ahlak anlayışı çok geniş bir yelpazeyi kapsar.İnsani özün yanında İslam'ın manevi açıdan güçlü teşviği insanı belli insanı sınırlar içerisinde tutmakta çok büyük bir etkiye sahiptir.Bu,belki her bireyde geçerli olamasa da toplumun insani sınırlarını belli bir dengede tutar(genel).Allah'a inanmak(ama inanıyorum demek değil:) ) kişide vicdan olgusunu çok güçlü kılar ve güçlü dizginler sağlar.Allah'a inanmamak her istediğini yapmak değil,yapabilmektir.Bunu topluluk yani genel olarak düşünmek gerekir.Her inanmayan başı boş,ahlaksız,insanlık düşmanı olmayabileceği gibi her inananın da insanlık dostu olduğu söylenemez. Ve tüm bu ahlaksızlıklar ve değer pazarlamaları tamamiyle topluluğun cehaleti kaynaklıdır.Yoksa mensup oldukları din ötürü değil. Dinin kafa kağıdında yazmasıyla kalpte ve beyinde yazması farklı sonuçlar doğurur.Yurdunu satacak olan tabiki 'ben müslümanım yapmam' diye düşünmez ama 'ben müslümanım yapmam' diye düşünen de yurdunu satmaz:)

Burada iki bakış açısı var.Duygusal bakış açısı ki bu halkın geneline aittir,mantıksal bakış açısı bu da duygusal kısım ile esasında bir bütün oluşturan ve olaylara daha geniş bakmayı isteyen,bilimsel bir bakış açısıdır.Halk duygusal ağırlıktadır çünkü cephede canından başka verebilecek hiçbir şeyi olmayan kınalı kuzular( ki bu gerçek bir durumdan dolayı böyle adlandırılmıştır) sadece değerleri ve sevdikleri uğruna ölümün önüne atlamışlardır.Bu insanların büyük bir kısmı halkın mütevazi kesimine ait olduğu için ölüm-kalım ve değerler söz konusu olduğundan işin içine ağırlıkı duygusal yorumalr girmiştir.Bunun yanında tabiki liderlerimizin askeri dehaları çok önemli bir yere sahiptir.Bu ikisi birbirini inkar etmez aksine bütünler.Beyinsiz yürek,yüreksiz beyin ömrünü fazla uzun tutamaz.

Hiç çalışmadan gelmek meselesi de bambaşka bir durumdur bence isabetsiz ve basit bir benzetme. Bunu söyleyen birkaç kişinin sahteliğiyle canlarını değerleri uğruna korkmadan sınırlarına siper edenlerin tartışılmaz gerçekliğini aynı kefeye koymak yanlış olur.
2008-11-06 22:11:33
zaten bir çok konuda hemfikiriz. Benzetmeyi de yanlış anlamışsın hocam. Örneğim, başarılarımızı kendi başarımız olarak görmememiz hakkındaydı. Bunu sadece tarihteki askeri başarılar olarak sınırlamak istemedim.
  • 1
  • 2