Azərbaycan dili Bahasa Indonesia Bosanski Català Čeština Dansk Deutsch Eesti English Español Français Galego Hrvatski Italiano Latviešu Lietuvių Magyar Malti Mакедонски Nederlands Norsk Polski Português Português BR Românã Slovenčina Srpski Suomi Svenska Tiếng Việt Türkçe Ελληνικά Български Русский Українська Հայերեն ქართული ენა 中文
Subpage under development, new version coming soon!

Subject: 3 Mayıs..!

  • 1
  • 2
2009-05-02 18:30:22
kjksa [del] to All
Bundan 29 yıl önce Ankara'da yapılan bir yürüyüş, bugün farkına varılmamış olmakla beraber, Türk tarihinin gidişi üzerine son derece tesirli olmuştur. Havadaki zehirli gazla boğulacak hale gelmiş bir insana oksijen verilmesi, aşırı hummâ içinde kıvranan hastaya bir antibiyotik şırıngası yapılmasının yaratacağı şifa gibi, dikta idaresi altında yaşayarak o diktanın hiç umursamadığı komünizm propagandasının çökertmeye çalıştığı bir toplumu 3 Mayıs 1944'te Ankara'da yapılan bir gençlik yürüyüşü uyarmış, tehlikeyi gördükleri halde ses çıkarmayanlara cesaret ve ümit vermiş, tek partili idare olduğu halde Millet Meclisi’nde de görülen heyecanla Türkiye'yi bir "içten vurulma" tehlikesinden kurtarmıştır.

Bu kurtarışın kahramanları, büyük çoğunluğu yüksek okul ve üniversite öğrencisi olan birkaç bin gençtir. 3 Mayısın gerçek değerinin kavranmamış olması o zamanki idarenin, hepsi kendi elinde bulunan basın ve radyo ile yaptığı aralıksız propaganda yüzündendir. Sosyalist maskesi altındaki komünizm Türkiye’yi Rusya’ya katmak konusundaki niyetini memleket mukadderatına hâkim olanlar anlayamamışlardı. Yirminci yüzyılda, idare başında bulunanların mutlaka herkesten iyi ve doğru düşüneceği kabul etmeye imkân yoktur. Türkiye’de de ehemmiyetsiz görevlerde bulunan veya henüz okuma çağında olan bir takım gençlerin tehlikeyi baştakilerden daha çok isabetli görmüş olmasından hiçbir fevkalâdelik aranmamalıdır. Bu, bir dereceye kadar mizaç ve yaratılış meselesidir.

Uzun süre devleti idare etmiş olan Halk Partisi'nde 1938'den sonra bir İnönü'yü yüceltme çağı başlamış, evvelce Atatürk için kullanılan "Milli Şef" deyimi ona mal edilmiş, pullardan ve paralardan Atatürk’ten üstün olduğu havası yaratılmak istenmiştir. Halbuki bu çok yanlış bir davranıştı. Çünkü Atatürk, Rusya'da ortaya çıktığı zaman, hakkında kimsenin ve tabiî kendisinin de bilmediği komünizm ve onun Türkiye için tehlikesini anlamış, tedbirlerini almış olduğu halde İnönü komünizmin nasıl bir bela olduğunu bir türlü idrak edememiş, "Sağcılar" dediği Nurcu vesaire makulesini gözünde büyüttüğü halde bugün toplu olarak anarşist adı altında anılanların gayesini bir türlü kavrayamamıştır. Anarşistler üniversiteyi işgal ettiği zaman boykotla işgalin aynı şey olduğunu söyleyecek kadar vahim bir hatâ yapmış, bu da yetmiyormuş gibi Türkiye'yi mahvetmek istedikleri için idama mahkûm edilen üç komünistin idamını durdurmak teşebbüsü ile, ilerde tarihin çok olumsuz hüküm vereceği bir harekette bulunmuştur.

Kafa ve gönül yapısı bu olan İnönü'nün 3 Mayıs 1944 yürüyüşüne iyi gözle bakmasına şüphesiz imkân yoktur. Bu sebepledir ki "Türkçü" kelimesinden ömrü boyunca ürkmüş, bu ürkmede çevresinin de büyük ölçüde tesirinde kalmıştır. Onda batıya karşı garip bir kompleks vardır. Türkiye'nin manevi kalkınmasını klâsiklerin Türkçe'ye çevrilmesinde görmesi bunun delilidir. Halbuki artık roman ve piyeslerle yahut eski Yunan felsefesiyle milletlerin kalkınma imkânının olduğu çağda değiliz. Bugün her zamankinden çok milliyetçilik çağıdır. Beynelmilelci olduklarını iddia eden komünist devletler bile aşırı bir milliyetçiliğin içindedir. Bu, sosyal bir kanundur: Toplumlar yayılmak ve büyümek için çatışır, çarpışır; bunun için her vasıtadan faydalanır. Böyle bir sosyal kanun olmasaydı barışçı İsa'nın dinindeki milletler asırlarca savaşmaz, Budist Japonlar savaşın sözünü dahi etmez, kardeş Müslümanlar birbirinin canına kasdetmezdi.

Bu sebeple yabancı klâsiklerin tercüme edilerek Türk gençliğine okutulması onlarda bir aşağılık duygusu yaratmaktan başka sonuç vermemiştir. 20-25 yaşındaki gençlerin şaheser diye hep Yunan, Lâtin, Batı, Acem, Arap, Rus eserlerini okursa "demek benim milletimin şaheseri yokmuş" düşüncesine kapılmasından tabiî ne olabilir?

İşte Türkçüler, Türk milletinin manevî kalkınmasını önce komünizmin yok edilmesinde, sonra millî kültürün diriltilmesinde anladıkları için İnönü ile bağdaşamamışlar, onun tarafından Türkiye’yi bütün dünya ile düşman etmek için uğraşan kişiler diye ilân edilmişlerdir.

Türkçüler şu memlekette hiçbir zaman iktidara geçmedi. İnönü ve partisi uzun yıllar iktidarda kaldı ve istediği icraatı, propagandayı yaptı. Acaba zaman kime hak verdi? Tecrübesiz, çoluk çocuk sayılan 1944’ün gençlerine mi?, yoksa tecrübeli kaptan olduğu ilan edilen İnönü’ye mi?

Onun tecrübeli kaptan olduğu hakkındaki sözü, İkinci Cihan Savaşı'nda Türkiye'nin harbe girmesi ve bunun İnönü’ye mal edilen bir başarı olarak kabul edilmesinden doğmuştur. Acaba gerçek böyle midir?

Türkiye, bilfarz Yugoslavya’nın topraklarında kurulmuş bir devlet olsaydı veya İngilizler vaadettikleri savaş malzemesini bize verebilselerdi tecrübeli kaptan onu yine savaşın dışında tutabilir miydi. Bunlardan başka Türkiye’nin savaşa girmeyişinde Von Papen'in büyük rolünü asla unutmamak lazım.

3 Mayıs yürüyüşü milletin gözünü komünizme karşı açan bir millî harekettir. O tarihten başlayarak okullarda hakikî milli tarih okutulsaydı, millî eğitimin bazı kilit noktalarına komünistlerin sızmasına meydan verilmeseydi 12 Mart muhtırasına sebep olan anarşi doğmayacak, bir takım gençler Türk milletinden zorla koparılmayacak, ahlâk değerleri çökmeyecekti. Anarşi hareketleri dediğimiz kargaşalıklar, dikkatle mütalâa olunursa gayet korkunç bir ruh halinden doğmakta, âdeta bir milletin intihar etmek istemesi gibi bir manzara göstermektedir.

Komünizm, sosyal bir isteriden başka bir şey değildir. Onun hâkim olduğu hiçbir ülkede sosyal adalet ve iktisadi refah sağlanamadığı halde faşist veya kapitalist denilen demokrat ülkelerin pek çoğunda bu iş başarılmıştır.

Komünizmin iktidara geçtiği günden beri Rusya'nın Türkiye hakkındaki kötü niyetleri Çarlık Rusya'sının kötü niyetlerinden bir parça bile sapmamıştır. Boğazlarda üs istemenin başka mânâsı var mıydı?

3 Mayıs'ı yapan Türkçülerin şuurla ve inançla bildikleri gerçek: Komünizmin Türklüğe kasdeden bir tehlike olduğu idi. Son iki yılın olayları, sürüp giden Sıkıyönetim mahkemeleri, bu mahkemelerde ortaya dökülen hakikatler Türkçülere hak vermiştir.

3 Mayıs bir çok Türkçünün büyük sıkıntı ve ıztırabı ile kapanmıştır. Fakat 3 Mayıs devam etmektedir: Ötüken'in Yazı İşleri Müdürü Kayabek, aşağı yukarı 6 yıl önce başlayan bir davanın sonucu olarak mahkûm edildiği 15 aylık hapisi etmek üzere, eşini ve birisi bebek olan dört çocuğunu İstanbul’da bırakarak, doğum yeri olan Eğin'e hareket etmiştir.

Önümüzdeki yüzyılın tarafsız tarihçileri 3 Mayıs'ın bir dönüm noktası olduğunu elbette tesbit edeceklerdir.

3 Mayıs'a selâm olsun!... 3 Mayıs ruhu edebiyen yaşasın!...


Ötüken, 11 Nisan 1973, Sayı: 5

3 Mayıs Milliyetçilik Bayramı Kutlu Olsun
2009-05-02 18:32:56
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1944 yılına gelene kadar denilebilir ki; görünüş itibariyle de olsa kuruluş ülküsüne bağlıdır. Bu ülkü de Türkçülüktür. Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura gibi Türkçü düşünürlerin, Türk Ocaklıların ortaya atmış olduğu tezler, Mustafa Kemal Atatürk tarafından ustaca yaşam alanına geçirilmiş ve uygulanmasına başlanmıştır. Türkçülüğün önerdiği yeni hayatta, ümmet devleti yerine millet devleti vardır. Saltanat yerine cumhuriyet vardır. Kadınların toplumsal hayata katılımı vardır. Dini kurumların Türkleşmesi, Türkçeleşmesi vardır. Camilerdeki hutbelerden Kuran'a, Kuran'dan ezana kadar Türk dili ile yapılması vardır. Ekonominin Türkleşmesi vardır. Kısacası hayatın her alanında Türkleşme teklifi vardır. Mustafa Kemal bu önerileri cesaretle yeni Türkiye'de hayata geçirir. kadın haklarından ezanın Türkçeleştirilmesi, ekonomik Türkleşmeden hukuka kadar. Cumhuriyetin ilk partisinin program umdelirinin hazırlayıcısı da yine Türkçülüğün ve aziz Atatürk'ün fikir babası Ziya Gökalp'tir. Dolayısıyla 1940-1944 döneminin devlet yönetenleri Türkçülük ideolojisinin hem ırkî yönüne, hem de Turan yönüne yabancı değillerdir.

Türkiye Devleti'nde dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu 05 Ağustos 1942 tarihli Meclis kürsüsünden okuduğu kabine programının sonuç konuşmasında;

"Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. (Mecliste alkış ve bravo sesleri) Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız." diyerek devletin başbakanınca devletin temel ülküsü anlatılmaya çalışılmıştır.

Dönemin gençliği hassas derecede Türkçüdür. Milliyetçidir. Zaten 3 Mayıs 1944'ü yaratanlar da bu yüksek Türklük şuuruna erişmiş Türk gençliğidir.


Büyük Türkçü Nihâl Atsız Beğ; devletin ülküsünün Türkçülük ve dönemin Başbakanı Saraçoğlu'nunda Türkçü olduğu inancı içindedir. Buna karşılık devletin her tarafına komünist ve hain kadroların yerleştirilmekte olduğunu görmektedir. O günkü Başbakanı ve devlet yetkililerini uyarmak için Atsız Beğ; devrin başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na Orhun Dergisi'nde 1 Mart 1944'te ve gene bir ay sonra 1 Nisan 1944'te olmak üzere iki açık mektup kaleme alır. Devletin içine hatta beynine sızmaya çalışan virüsleri haberdar eder. Ve Başbakan'a şikayet ve uyarıda bulunur. Bu virüslerin içinde -sonradan Bulgaristan'a kaçarken öldürülen- Sabahattin Ali de vardır. Devrin Milli eğitim bakanı Hasan Ali Yücel'i bu mektuplar büyük bir telaş ve endişeye düşürür. Hasan Ali Yücel ile o günlerin Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay'ın teşviki ile Sabahattin Ali tarafından Atsız Beğ mahkemeye verilir.

26 Nisan 1944'te Ankara'da başlayan ilk mahkeme, dönemin üniversite gençliği tarafından hınca hınç doldurulur. Bu yoğun kalabalık ve tezahurat karşısında Mahkeme heyetinin içeriye pencerelerden girebildiği söylenir.

Nihâl Atsız Beğ Mahkeme Heyetine;

"Sabahattin Ali'den sorulsun, hıyanetini ispat edelim mi? Buna razı mı?" diye sorar. Sabahattin Ali ise bu sözler karşısında sessiz kalmış ve bir cevap verememiştir.

Mahkeme 3 Mayıs 1944'e ertelenir. Ne olduysa davanın ikinci celsesi 3 Mayıs 1944 günü olur. 3 Mayıs 1944'te Türk gençliği bir volkan gibi patlar. Türklük ülküsüne ve onun ideolojik lideri, hocası Hüseyin Nihal Atsız'a sahip çıkmak için Ankara Adliyesinin koridorları, salonları doldurulduğu gibi adliyenin önü de yüzlerce genç tarafından doldurulur. Topluluğun bir kısmı adliyede Atsız'ı yalnız bırakmazken diğer binlerle ifade edilen büyük bir topluluk Ulus Meydanına doğru protesto yürüyüşüne geçer.

İşte bu "3 Mayıs" günü Atsız Beğ'in de isteği doğrultusunda 3 Mayıs 1954 tarihinden itibaren "Türkçüler Günü" olarak anılmaya başlanır. 3 Mayıs Türkçüler Günü budur.

Elbette ki 3 Mayıs 1944'ün bir sürü kahramanı vardır. Fakat 3 Mayıs 1944'ün yaratıcısı doğrudan doğruya Türkçü fikirleri ve hareketleriyle Atsız Beğ ve O'nun yanındaki arkadaşlarıyla Türk gençliğidir. Türk gençliğinin kendi ideolojisi olan Türk Milliyetçiliğine sahip çıkmak ve gene bu ideolojinin düşünürü, konuşanı, yazanı Atsız Beğ'i yalnız bırakmamak için patladığı anlamlı bir gündür.

Yukarıda anlata geldiklerimiz meselenin görünen yönüdür. Bir de görünmeyen yönlerine bakalım. Sonradan, bu 3 Mayıs olayından sonra bildiğimiz üzere Türk Milliyetçilerinin önde gelenlerinin çoğunun tutuklanmalarına gidildi. Gardist, Troçkist "düzen düşmanı" ihtilalci gibi savlarla mahkemeye sevkedildi. Hem de dönemin reisi cumhuru İsmet Paşa'nın meşhur 19 Mayıs 1944 nutku ile. Peşin hükümle Türk Milliyetçileri potansiyel suçlu ilan edildi. Milliyetçilik ideolojisini temel felsefe yapan bir devlet, milliyetçiliği savunan insanlarını nasıl olur da böylesine acımasızca suçlayabilir?! Potansiyel suçlu ilan edebilir?! Bir devletin hem kuruluş felsefesi milliyetçilik olacak hem de milliyetçilik ideolojisini ve onu savunan idealistlerini mahkemelere verecek! Bu gerçekte eşyanın tabiatına aykırı bir olay.

Yukarıda bu meselenin görünen yönüdür derken, bir de görünmeyen yönü var mıdır acaba? İşte bu görünmeyen yönüne dikkati çekmeye çalıştım! Nasıl olur da "Bizim ülkümüz Türkçülük'tür" diyen bir başbakana sahip devlet, yine Türkçülüğün diğer ayağı olan Turan için Almanlar ile gizli pazarlıklar arayan bir devlet, birden bire ters yüz ederek kendi ideolojisini savunanlara karşı sert tavır alır?! Onları ve onların şahsında Türkçülük ideolojisini mahkum ettirmek için mahkemelere verir!.(almanlarla 2.Dünya Savaşı yıllarında yapılan bir pazarlıkta "Türk Genel Kurmay Başkanı, Türk-Alman ilişkilerinin sadece Turancılık temeline dayanabileceğini ifade etmiştir." )

Bunun cevabını Almanların yenilgisinde ve bu yenilginin sonucu daha bir kabaca çıkan Sovyet Rus sömürgeciliğinin aşırı bir istek ve yayılmacılığında aramak gerekir. Nitekim, Moskova'nın kışkırtması ve yönlendirmesi ile gene Sovyet istihbaratının bilgileri ile enforme edilen komünist partisi "Tan Gazetesi" vasıtası ile 1 Temmuz 1943 tarihinden beri Türk milliyetçilerine karşı hücum halindeydi. "Cumhuriyet döneminde ırkçı Türkçülük nasıl doğdu, Türkçülüğün menşei ve mahiyeti, Türk milliyetçiliğinin esasları" gibi seri yazılar ile adeta Moskova adına Ankara'yı kendi ideolojisini katletmesi için zorluyordu. Gene aynı dönemde T.K.P. Merkez Komitesi'nin hazırlamış olduğu "En Büyük tehlike" adlı büroşür T.K.P. militanlarından "Faris Erkman" imzası ile çıkarılıp dağıtıldı. Bugün de "Irkçı-Türkçülük" deyimi size bir şey hatırlatmıyor mu?

Sovyet Emperyalist koloniyel yayılmacılığına karşı tanrılar kurban istiyordu. Ve 19 Mayıs 1944 Nutku ile kurbanlarını işaret etti. Meşum nutku aşağıdaki gibidir:

"Turancılar, Türk milletini bütün komşuları ile onarılmaz bir surette derhal düşman yapmak için bire bir tılsım bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine, Türk milletinin mukadderatını teslim etmemek için elbette Cumhuriyetin bütün tedbirlerini kullanacağız. Fesatçılar genç çocukları ve saf vatandaşları, aldatan fikirlerini millet karşısında açıktan açığa münakaşa edemeyeceğimizi sanmışlardır. Aldanmışlardır ve daha çok aldanacaklardır.

Şimdi vatandaşlarımdan iki suale zihinlerinde cevap bulmalarını isteyeceğim: Irkçılar ve Turancılar gizli tertiplerle teşkillere başvurmuşlardır. Niçin? Kandaşları arasına gizli fesat tertipleri ile fikirleri memlekette yürür mü? Hele doğudan batıdan ülkeler, gizli Turan cemiyeti ile zapt olunur mu? Bunlar o şeylerdir ki devletin kanunları ve esas teşkilatı ayak altına alındıktan sonra başlanabilir. Şu halde yaldızlı fikirler perdesi altında doğrudan doğruya Cumhuriyetin, Büyük Millet Meclisinin mevcudiyetinin aleyhinde teşebbüsler karşısındayız."

Bu konuşmanın akabinde başta Türkçü mütefekkir Nihâl Atsız olmak üzere çeşitli milliyetçi aydınlar ve genç kurbanlar, aylar boyunca en ağır zulümlere tâbî tutuldukları tabutluklara, işkence odalarına, zindanlara gönderilmişler ve hayali suçlamalarla engizisyon cezası çektirilmişlerdir. Aralarında üniversite profesörü, öğretmen, subay, doktor ve üniversite öğrencileri bulunan 34 sanık, sorgulama adı altında çeşitli işkencelere maruz bırakıldıktan sonra, 7 Eylül 1944 günü yargılanmaya başlanmıştır. "Irkçılık-Turancılık davası'' adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız Beğ 6,5 yıl hapse mahkûm olmuştur.

Atsız Beğ, bu kararı temyiz etmiş ve Askerî Yargıtay, 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nin kararı esastan bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir.

Gerçekte bu durum padişahların, isyancılar karşısında isyancıları yatıştırmak için verdikleri kellelere benzemektedir. Türkçüler ve Türkçülük önceden senaryosu hazırlanmış, tiyatromsu mahkemelerde yargılanmış ve mahkum olmuşlardır. Ancak ikinci adam İsmet Paşa'ya rağmen askeri temyiz nezdinde itiraz edilen bu mahkumiyet kararları bozdurulmuştur.

Askeri Temyiz Bozma Kararı'nda:

"1 Numaralı Sıkıyönetim mahkemesi tarafsızlıktan ayrılmıştır. Mahkeme 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından görülmelidir." der.

Mahkemeler tutuksuz olarak bu kez 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesince görülmeğe başlanır.

Savunmalarında Atsız Beğ şu son sözleri söyler:

"- KİMSEDEN HAKSIZ BİR YERE BİR ŞEY TALEP ETMİYORUZ. ATALARIMIZDAN KALAN MİRASIN MEFAHİRİMİZİN GÖMÜLÜ OLDUĞU TOPRAKLARIN BİZİM OLMASI ÜLKÜSÜNÜ KALBİMİZDE TAŞIYORUZ. ORALARI UNUTMAMAK İSTİYORUZ.

BEN BUNLARI ŞAHSIM İÇİN İSTEMİYORUM. ORALARDA ÇİFTLİK VEYA APARTMAN YAPACAK DEĞİLİM. MİLLETİM İÇİN DÜŞÜNDÜĞÜM HAKLARDAN DOLAYI DA KİMSE BANA VATAN HAİNİ DİYEMEZ. BU ÇİRKEF İFTİRAYI İADEYE DE TENEZZÜL ETMİYORUM. KİMİN HAİN, KİMİN VATANPERVER OLDUĞUNU TARİH TAYİN EDECEKTİR. HATTA ETMİŞTİR BİLE."

3 Mart 1947 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi sanıkları suçsuz bularak beraatlerine karar verir.

Beraat Kararının Gerekçesi:

187 sayfa tutan karar çok ilgi çekici ve ibret verici aynı zamanda da Türklük mücadelesinde tarihe şeref sayfası olarak geçecek bir karardır. Bakınız bu beraat kararında ne diyor:

"- Bu nümayış (3 Mayıs 1944) milli bir ideolojinin, milli olmayan bir ideolojiye karşı tepkisinden ibarettir.

- Her milletin içindeki azlıklar o milletin hakim ırkının adını alır. Fakat o millet içinde ayrı ırklardan bahsedilemeyeceği anlamına gelmez." diyen Mahkeme "ayrıca ırk bakımından kamu haklarının bir kısım vatandaşlara tanınmaması keyfiyetinin anayasaya aykırı olabileceği fakat bu aykırılığın cezalandırılacağına dair T.C. kanununda hiç bir kayıt bulunmadığından sanıkların bu fiilden beraatlerine, uzun bir tahlilden sonra hükmet darbesi bulunmadığını söyledikleri ve reddettiklerini, mantıken de buna imkan olmadığı delilleriyle Vali Dr. Lütfi Kırdar dahil dinlenen pek çok şahitlerden ve mektuplardan anlaşılmış, aksine polise verilen tek bir ifadeden başka bir şey görülmemiş olup, bu suretle sabit olmayan, bilakis MİLLİ BİR GAYE İÇİN ÇALIŞTIKLARI tebeyyün eden Zeki Velidî ve arkadaşlarının beraatine karar verilmiştir."

Biz bu "Türk" adını devletimize yeniden vermek için tam 900 yıl bekledik. Aman devletimize zeval gelmesin diye Arab'ı, Fars'ı kardeş bilip ümmet olduk. Rum'u, Bulgar'ı tebamız bilip Osmanlı olduk. Bir türlü ne kendi kimliğimiz söyletildi ne de devletimiz bu kimliğini söyledi. hem kan ve can vergisi verdik fakat nimete gelince kovulduk. 900 yıl sabırla bekledik. Ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halka Türk denir dedik. Devletin adı da Türkiye Cumhuriyeti Devletidir dedik. Bu nedenle "bu ülke mozaiktir" diyerek, Türk vatanına ortak arayanlar da hem tarih ve şehitler huzurunda hem de anayasa huzurunda suç işlemektedirler.

Türk milliyetçiliğinin Türk'ün tabii ideolojisi olduğuna dair o günkü Türk hukuku adeta beraat kararı veriyor. Mahkeme sonucu güzel bir olay olması gereken bir sonuç. Ne var ki oportünist, korkak, aciz yönetimce ekilen gayri Türk tohumunun acısını Türk devleti ve Türk milleti bugün hala çekmekte. Her yanılgının ve tıkanmanın kökeninde o günkü ikinci adamın 19 Mayıs 1944'te yaptığı Türk milliyetçiliğini ve Türk milliyetçilerini karalayan konuşmada aramak gerekir. O günden sonra Türk milliyetçiliği ve milliyetçiler devletten sürekli şekilde dışlanmışlardır. O günlerde devlete bulaşan virüs, Türk devletini milletin temel ülküleri doğrultusunda karar almasını daima bozar hale getirmiştir.

Sovyetler Birliği çözülürken "hazırlıksız yakalandık" diyenlere sormak gerekir. Neden hazırlıksız yakalandınız? Sebebi nedir? Kanaatimiz odur ki, hazırlıksız yakalanmanın ana nedenini 3 Mayıs 1944 öncesi ve sonrası hadiselerde aramak doğru olsa gerekir. Bu hadiseler 1944'ten sonra Türk Milliyetçiliğini devletten dışlamış, onun yerine yani ULUSALIN yerine EVRENSELİ koymuştur. Sonuçta da, EVRENSELİN kapısından önce millici olmayan batıcılık ve Amerikancılık ile onun ekonomik anlayışı kapitalizm girmiş bu da yetmemiş ardından marksizm ve siyasi ümmetçilik girmiştir. Dünün marksist hareketlerini yerine bugün siyasi ümmetçiliği karşımızda görüyorsak bu Türkçülüğü devletçe 1944'ten bu yana sırt çevirmenin bir bedeli olsa gerektir.
2009-05-02 18:33:33
3 Mayıs Türkçülüğün tarihinde bir dönüm noktası oldu. O zamana kadar yalnız duygu ve düşünce olan, edebi ve ilmi sınırları pek de aşmıyan Türkçülük, 1944 yılının 3 Mayısında birdenbire hareket oluverdi.
Ali Suaviler, Süleyman Paşalar, Mehmet Eminler, Ziya Gökalplar, Rıza Nurlar yalnız duygu, düşünce, iş Türkçüsü idiler. Hareket Türkçüsü olmamışlardı. Çırağan baskını Türkçü Ali Suavinin siyasi bir hareketiydi. Bunun Türkçülükle ilgisi yoktu. Sıhhiye Vekili olduğu zaman gayri Türkleri atarak yerine Türkleri yerleştiren Rıza Nur fiili Türkçülük yapıyordu. Fakat bu da hareket değildi.

Türkçülükte ilk hareketi 3 Mayıs 1944 Çarşamba günü, Ankara'daki birkaç bin meçhul Türk genci yaptı. Bu bakımdan Türkçülük tarihinde onların hususi bir şerefi vardır

Bundan sonra 3 Mayıs Türkçülerin günüdür. Ona bir bayram diyemiyeceğiz. Çünkü yıllarla süren büyük ızdırabımız o gün başlamıştır. Ona bir matem demek de kabil değildir. Çünkü bunca sıkıntıların arasında bize büyük bir imtihan vermek, yürekliyle yüreksizi er meydanında denemek, yahşı ile yamanı ayırmak fırsatını vermiştir. O güne kadar tehlikelerden gafil bir çocuk toyluğu ile yürüyen Türkçülük 3 Mayıs'ta gafletten ayrılmış, maskelerin arkasındaki iğrenç yüzleri görmüş, can düşmanlarını tanımış, dost sandığı hainleri ayırt etmiş, hayalin yumuşak bulutlarından gerçeğin sert topraklarına düşmüştür. Böyle sağlam bir sonuca varmak için çekilen bunca sıkıntılar boşa gitmiş sayılmaz. Bundan dolayı biz 3 Mayıs'a Türkçülerin günü deyip çıkıyoruz.

Hoşlanmayanlar onu benimsemesin. Yalnız kendilerine benzeyenler, yani Türk'e benzemeyenler onu yadırgamasın. Biz 3 Mayıs'ı sevmekte devam edeceğiz.

Türkçülük, tek sandığı düşmanına karşı 3 Mayıs hareketini yaparken onun çift olduğunu acı bir deneme ile öğrendi. Bu milli hareketin zaferinden korkan Türkçülük düşmanları, Türkçüleri ortaçağı andıran vahşetlerle hapse atılır ve aleyhlerinde türlü yayınlar yapılırken, onları tartışmaya çağırmak garabetini de gösterdiler. Tarih bunu bağışlamayacak ve Türkçüler günü olan 3 Mayıs, bir gün Türklerin günü olunca onlar tarihin büyük mahkemesinde layık oldukları akıbete uğrayacaklardır.

Türkçüler toplu veya yalnız, her yerde 3 Mayıs'ı analım. Analım ve Kür Şad'ın hatırasını yüceltelim...

Ne mümkün zulm ile bidad ile imha-ı hürriyet,
Çalış, idraki kaldır muktedirsen ademiyetten!


Kür Şad, 1946, Sayı: 2
Orkun, 1962, Sayı: 3-4





Tanrı Türk'ü Korusun ve Yüceltsin...
2009-05-02 19:30:39
Her ne kadar abartıları sevmesem de bugünün hem tarihi geçmişinden yani başlangıcından hem de günümüzde de süregelen yaşananlardan yanlış ve saçma bir düşünce yapısına karşı, bir karşıt öz gücün olması gerektiği barizdir. O yüzden çok yerinde bir hareket olmuş. İşin özü de Atatürk milliyetçiliğine dayanıyorsa bazılarının sakız ettiğini öz de yaşamak güzeldir.

Yakında 3 mayıs da tatil olursa şaşmamak lazım :pPp Neyse Ne mutlu Türk'üm diyene =))
2009-05-02 19:51:14
Türküm demeye türlü kulplar,kılıflar ve etiketlerle olumsuzluk yükleyenlere,Türküm diyene burun kıvıranlara,Türküm diyenlere ırkçı ama başka bir etnik kimliğini ön plana çıkaranlara halkçı diyen çifte standart uzmanlarına,Türk oluşunun etrafında dönen tarih,kültür ve maneviyatını eliyle itip bu kimliği taşımanın verdiği yahut da vereceği türlü baskılardan kaçanlara,Türklüğün dünya üzerindeki farklılığını görmeyenlere,Türkün çektiği hattı hesabı olmayan çilelere sadece Türk olduğu için gördüğü zulümlere sırt çeviren iki yüzlü humanistlere,Türkçü olmasa da olmayı ilkellik zanneden sözde geniş görüşlü özde geniş mideli marjinallere,Türkçülük adı altında icra ettiği faşist davranışlarla anarşistlerin ekmeğine yağ sürenlere,nice gecelerce eli kolu bağlı beyin ağrılarına ina Türküm,Türk milliyetçisiyim...

Hem duygusal,hem de dünyanın tavrına,gerçeklerine siper siyasal anlamda da.

Kendini kaybetmiş ya da gerçekleri görmekten aciz,medeniyeti ve insancıllığı özüne ters düşmek zannedenlere inat,dünya milleti olduğunu savunup ırkları,etnik kökenleri bir bir bölenlere inat,ezilen kalkanı olayım derken ezen mızrağı olup da kaş yapayım derken göz çıkaranlara inat,masallar uğruna kan dökme realitesini umarsızca savaşçılık olarak savunan içten pazarlıklılara,kardeşliği savunup da kardeşleri bir bayrağa,bir vatana,bir meclise düşman olmayı sakınanlara inat Türküm!

Yüzlercesinde farklı görünse de,binlercesinde farklı fikirler uyandırsa da,on binlercesince sevilse,yüzbinlercesince itilse de,milyonlarcası gibi Türküm ve dilerim Allah bu kıymetten gönlümü ve aklımı asla koparmaz!...

Türküm!...Irkım ve kültürüm,tarihim kadar dostlarıma yandaş,düşmanlarına karşı.Ama Atatürk kadar da yurtta barışçı dünyada barışçı.Ne mutlu İslam'a iştirak eden soyumdan hediye;Yaratılanı severim yaradandan ötürü,velînin dediği gibi.Ne yere düşene tekme atarım,ne tekme atana geçit veririm.Düşmanına inat,ya da Türklük adına hatalar yapanlara,ben böyle Türküm;böyle bir Türk insanı Türkçüsüyüm.

Dünya çatısı altında bir tastan yemek yemek ne iyi olurdu tüm Ademoğulları ve Havvakızları olarak.Ama asla olmadı işte.Habil ve Kabil ile başladı bu savaş ve bitmedi,bitmeyecek.

İşte bu yüzden arzulara,heveslere,masallardaki yeşillik ve güzelliklere,kardeşliğe sınırlar geldi.İnsanoğlu büyük bir bütün olarak asla bir arada yaşayamadı,yaşayamazdı.Şimdi küçük bütünler halinde,bir aile şeklinde,ağırlıklı duygusal ama mecburiyetlerden ötürü bir tek çatı altında milyonlarla sağlayabildiğimiz bütünü bunca geçmişi olan bir varlığı neden ve hangi gerçeğe dayanarak yok edebilelim ki? Bir yanda bütünü parçalamak için ellerinden gelen insancıl(!) ve adaletli(!) yolları dayatanlar,diğer yandan olmayanlar,olmayacaklar,olsa da birçok örneğinde olduğu gibi yıkılacaklar uğruna var olan düzenden faydalanabilme kabiliyetini gösteremeyip sözde kardeşlik,hak,hukuk ve barış adına kan döküp elde edilenlere de türlü türlü zarar veren ütopya savaşçısı Don Kişot'lar...

Buradan geçmiş bir başlıkta Azeri arkadaşlarım,kardeşlerimle de siyasilerin saçmalıkları yüzünden ayrı düşen yaklaşımlarda,karamsarlıklarda bulundum;bu durumu da düzeltiyorum.

''Bir insan,diğerini nedne düşünsün?'' açılımına olan karamsar katılımımı da geri çekiyorum.Çünkü bizler Azerilere de destek verdik,Bosnalılara da,Kıbrıslılara da,Filistinlilere de ve Saddam'ın katletmek için sınıra sürmüş olduğu 1 milyon Kürt'e de...

Biz bu Türküz,bu Türkçüyüz...

Allah birliğimizi ve vatanımızı korusun;Türk Türk'ü,insanlığı savunsun...
2009-05-03 08:49:48
Vesselam...
2009-05-03 08:58:57
Atsız'ın bir şiiri...


Adalar Denizinden Altayların daha ötesine kadar bütün Türk gençliğine....

Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset.
Sen bütün varlığına yurdumuzun malısın.
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin, ne de et;
Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın.

Iztırap çek, inleme... Ses çıkarmadan aşın.
Bir damlacık aksa da, bir acizdir göz yaşın;
Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın
Tek başına dileğe doğru at salmalısın.

Ezilmekten çekinme... Gerilmekten sakın!
İradenle olmalı bütün uzaklar yakın,
Dolu dizgin yaparken ülküne doğru akın
Ateşe atılmalı, denize dalmalısın.

Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan!
Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan?
Mefkuresinden başka her varlığı unutan
Kahramanlar gibi sen, ebedi kalmalısın...

Sen ne elde ve dilde gezen billur bir sağrak,
Ne de sıska bir göğüse takılan bir çiçeksin;
Senin de bu dünyada nasibin var: Savaşmak!..
Kayalarla güreşip dağlarda öleceksin.

Yoldaşlık ederekten gökte güneşle, ayla
Aşarsın tepe, ırmak; yürürsün ova, yayla...
Hayata ne biçimde geldinse bir borayla
Daha sert bir kasırga içinde biteceksin.

Kızıl Elma uğrunda kılıç çekince kından
Bahtiyarlık denen şey artık geçmez yakından;
Mesut olup gülmeyi sök, çıkar hatırından.
Belki öldükten sonra bir parça güleceksin.

Yüz paralık kursunla gider "Hayat" dediğin;
"Tanrı Yolu" uzaktır; erken kalk, sıkı giyin.
Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin
Güzel Kızıl Elma’na varmadan öleceksin.

Belki bir gün çöllerde kaybedersin eşini,
Belki bir gün ağlarsın kaçtı diye karına.
Işıksız kulübende boranın esişini
Dinleyerek çıkarsın bir ümitsiz yarına.

Gün olur ki mertliğin uğrar kahpe bir hınca;
Namert bir el arkandan seni vurur kadınca;
Bir gün sabrın tükenir... Silahını kapınca
Haykırarak çıkarsın yurdunun dağlarına...

Hayatin kamçısıyla sızar derinden kanlar,
Senin büyük derdinden başkaları ne anlar?
Vicdanını Paris'e, Moskova'ya satanlar,
Küfür diye bakarlar senin dualarına.

Hey arkadaş! Bu yolda ben de coşkun bir selim,
Beraberiz seninle, işte elinde elim.
Seninle bu hayatin gel beraber gülelim
Ölümüne, gamına, tipisine, karına...

Atandan kalmış olan kılıcı iyi bile,
Onu bütün gücünle vuracaksın çağında.
Savaş..... Bunun tadını ey Türk sen bulamazsın,
Ne sevgili yanında, ne baba ocağında.

Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara;
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara...
Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara
"Çanakkale" ufkunda, "Sakarya" toprağında.

Siyasette muhabbet... Hepsi yalan palavra...
Doğru sözü "Kül Tegin" kitabesinde ara...
Lenin’den bahsederse karşında bir maskara
Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.

Yatağında ölmeyi hatırından sök, çıkar!
Döşeğin kara toprak, yorganındır belki kar...
Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar?
Ruhlarımız buluşur elbet Tanrıdağı'nda...

Mukadderat isterse seni yoldan çevirsin,
Sen hele bu yollarda yıpranarak aşın da,
Varsın bütün ömrünce bir an nasip olmasın
Yorgunluğunu gidermek serin bir su başında.

Bir gülüşten ne çıkar, ne çıkar ağlamaktan?
Kullar kancıklık eder, bela bulursun Hak'tan.
Gün olur ki bir yudum su ararsın bataktan,
Gün olur ki bir tutam tuz bulunmaz aşında.

Bir çığ gibi yürürsün bir lahza durmaksızın,
Bir ilahi kaynaktan geliyor çünkü hızın.
Duygular ölmüştür... Tapınılan bir kızın
Bir füsun bulamazsın gözlerinde, kaşında.

Iztırabı kanına katta göz kırpmadan iç!
Varsın gülsün ardından, ne çıkar, bir iki p.ç...
Bu varlık dünyasında yalnız senin hiç mi hiç
Bir şeyin olmayacak... Hatta mezar taşın da...
2009-05-03 11:37:10
Hocam Nihal Atsız ırkçı değil mi?
2009-05-03 15:50:11
3 MAYIS TÜRKÇÜLÜK BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN...

3 Mayıs, solun sempatizanı bir devlet başkanıyla çevresindeki solcudan, komünistten, gafilden, çıkarcıya ve dalkavuğa kadar varan devşirmeler güruhunca afyonlanmış milletin gerçekleri görerek uyanması ve öfkelenmesidir.

3 Mayısı yapan o günkü gençler bugün artık yaşlı birer insandır. Çoluk çocuğa karışmış, bahtiyar veya bedbaht olmuş, bütün yurda dağılmış yurttaşlardır. Onlardan şimdiye kadar hiçbir övünme sesinin çıkmayışı da hareketin ne kadar yüksek ve samimî olduğunu göstermektedir.

Boş kaplar çok öter. 3 Mayısçılar boş değil, yurt ve ırk sevgisiyle dolu idiler. Onun için susmaktadırlar. Fakat susmak, Abdülhak Hâmid’in dediği gibi, bazen en güzel şiirden daha mânâlıdır. (H.NİHAL ATSIZ)
2009-05-03 16:19:40
:)
2009-05-03 20:16:11
Hocam buna kendin karar ver istersen.Ben kendisini bir Türkçü olarak tanır ve severim.Fikirlerinde günümüz için abartılı sayılabilecek noktalar olsa da zararlı bir şey görmem.İnsanın milli duygularını diri tutması yönü dolayısıyla ara sıra makalelerini okurum.Sana da tavsiye ederim :)Milletini seven ve milletini sevip onun için çalışmayı ülkü haline getirmiş kişilere nasıl kolayca ırkçı muamelesi yapıldığını kendin biliyorsun zaten.Ayrıca hep şunu söylemişimdir.Keşke "ırkçı" olsak da Atsız gibi faydalı biri olsak...Kelimeyi tırnak içinde yazdım çünkü bunu günümüzün ağızlarda sakız olmuş manasıyla düşünülmesi gerekli.www.nihalatsiz.com hocam girip makalelerini okuyabilirsin istersen.
2009-05-03 20:16:27
Siyasette muhabbet... Hepsi yalan palavra...
Doğru sözü "Kül Tegin" kitabesinde ara...
Lenin’den bahsederse karşında bir maskara
Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.
2009-05-03 21:36:45
Komünistler bütün dünyayı birleştirip yeni bir düzen kurmak iddiası ile ortaya atıldılar. Bu yeni düzende herkes çalışacak, herkes her bakımdan sigortalı olacak, kimse kimseyi sömürmeyecek, savaş ortadan kalkacak, sözün kısası çok bahtiyar ve ileri bir dünya kurulacaktı. Hatta giderek hükümet denen nesne de kaldırılarak insanlar kooperatifler eliyle idare olunacaktı.

Fakat başlangıçta başarı kazanacak gibi gözükmesine rağmen bu düşünce bir ütopyadan, eskilerin tabiriyle “hayal-i hâm”dan başka bir şey değildi. Çünkü insan yaratılışına ve psikolojisine şiddetle aykırıydı. Tanrı’yı kabul etmiyor, aileyi inkâr ediyor, hatta parayı da kaldırmak istiyordu. İnsanın ruhî ve manevi taraflarını inkâr etmekle kendisini başarısızlığa zaten mahkûm etmişti. Fakat Birinci Cihan Savaşının getirdiği felaketlerden ve kırgından usanan insanlar arasında “ne olursa olsun, bir de şunu deneyelim” kabîlinden düşünceler epeyce yaygındı.

Komünizm 1918’de ancak Komünizm 1918’de ancak Rusya gibi ahalisi her bakımdan ezilmiş, geri bir memlekette tutunabildi. Bu tutunuş hükümet darbeleriyle yapılmış ve komünizm ancak yığın yığın insanları öldürerek iş başında kalabilmişti.

Rusya’dan sonra dünyanın hiçbir yerinde komünizm iş başına gelemedi. Macaristan ve Şili darbeleri pek geçici oldu ve komünizm Rusya’nın millî rejimi durumuna düştü.

Demokrat ülkelerdeki komünist partileri en kuvvetli oldukları yerlerde bile oyların en çok üçte birini toplayabildi. Buna karşılık İkinci Cihan Savaşı sonunda, Roosevelt ve Churchill’in ahmaklıkları yüzünden tarihi fırsatları değerlendirerek bir çok memleketleri istila edip oralarda zorla ve hiyle ile komünist rejimlerini iş başına getirdi ve bu başarı dünyada tesirsiz kalmadı. Geri kalmış ülkelerin bazılarında komünizm lehine kıpırdanmalar oldu ve sonunda kocaman Çin de Çankay-şek’in hatalarından istifade eden yerli komünistlerin eline geçti.

Komünizm uluslar arası bir rejim olmak iddiasında bulunduğu için ayrılık kabul etmez, bütün komünist memleketlerin Moskova’ya bağlı olmasını isterdi. Meselâ Polonya’nın bağımsızlığı Sovyetler Birliği içindeki Kırgızistan’ın bağımsızlığından nihayet biraz daha fazlaca idi. Durum Moskova’nın çok lehine gözüküyordu.

Fakat ütopyalar uzun ömürlü değildir. Hayalin mavi göklerinden gerçeğin kara toprağına düşmek ergeç mukadderdir. Komünizm de aynı âkıbete uğramakta gecikmedi.

İlkönce Yugoslavya, Moskova’ya kafa tutarak Rus tahakkümünden sıyrıldı ve komünist birliğinden atıldı. Bunun başlıca üç sebebi vardı:

1- Yugoslavya’nın kuzeyi uzun süre Almanya İmparatorluğu’nun, güneyi Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetinde kalmış, bu iki imparatorluğun siyasî, idarî, fikrî ve medenî yönlerinden çok şeyler almıştı. Bu iki devlet manevî yapı bakımından komünist Rusya’dan çok üstün oldukları için Yugoslavlar Ruslar’a göre üstün siyasî ve medenî terbiye almış bir millet mertebesindeydiler ve aşağılık Rus rejimine katlanamazlardı.

2- Tito, başlangıçta nasıl bir komünist olursa olsun, Stalin rejiminin iptidailiğini, vahşiliğini görmüş, Rusya’nın bir insanlık politikası değil, bir sömürge siyaseti güttüğünü anlamıştı.

3- İnsanlarda yaratılıştan bir milliyetçilik düşüncesi olduğu için Tito kendi vatan ve milletini elbette Rusya’dan üstün tutacak ve komünizmi ancak bir iktisadî sistem olarak kabullenecekti. Netekim öyle oldu. Hatta giderek komünizmi de bırakılarak Yugoslavya demokrat bir sosyalizm ülkesi haline geldi. Bugün Avrupa’ya trenle gidip gelenler Bulgaristan’la Yugoslavya arasındaki büyük insanlık farkına işaret etmektedirler. Bulgaristan’da iktisadî darlık, terör ve korku; Yugoslavya’da bizimkinden hemen hemen farksız hür bir rejim...

Yugoslavya’dan sonra Arnavutluk komünist birliğinden koptu ve pek küçük olduğu için komünist Çin’in himayesine sığınmak mecburiyetinde kaldı.

Üçünü olarak Romanya, daha ihtiyatlı olarak bir sıyrılış yaptı. Ruslar’la yanyana olduğu ve İşgal tehlikesine maruz bulunduğu için fazla ileri gidemedi. Fakat çok ihtiyatlı ve tedbirli hareketlerle komünizmi ve Moskova’nın yükünü üzerinden attı.

Dördüncü olarak Çekoslovakya aynı şeyi yapmak isterken Moskof işgaline uğradı. Çünkü ayrılmaların aralıksız devam edeceğini anlayıp dehşet içinde kalan Ruslar kopup sökülmeyi önlemek için zorbalığa başvurmaktan başka çıkaryol bulamadılar ve bunu ortaklaşa bir komünist hareketi imiş gibi göstermek için de öteki uyduları kendileriyle birlikte işgale sürüklediler. Romanya buna da katılmamak başarısını gösterdi.

Fakat kopmaların en büyüğü ve tehlikelisi Çin’den gelmiştir. Büyük bir medeniyet ve kültürün mirasçısı olan Çinliler birkaç yıl Ruslar’la iş birliği yapıp onlardan her bakımdan faydalandıktan sonra arayı açmakta mahzur görmediler. Zaten komünizmden önce de bilim ve teknikte oldukça ileri bulunan Çinliler gayet kalabalık nüfuslarını çalışma seferberliğine sokunca beş on yılda atom gücüne sahip devletlerden biri haline geldiler ve tek başlarına Rusya’ya, hattâ Amerika’ya kafa tutacak bir güç kazandılar.

Birlikçi bir doktrin olan komünizm bugün parçalanmıştır.

Çin, Rusya’dan tamamen ayrılıp onun başlıca düşmanlarından birisi olmuştur ve Ruslar’ın İkinci Cihan Savaşı sonunda, Amerikan ve İngiliz liderlerin gafletinden faydalanarak kendisi için hazırladığı Kuzey Kore ve Kuzey Viyetnam komünist devletlerini nüfuzuna almıştır. Çok uzaklardaki ki küçük Arnavutluk da onun tam bir uydusudur.

Yugoslavya da Rusya’dan ayrılır ve artık bilfiil komünizmle ilişiği kalmamıştır. Tito’dan sonra bu ülkede komünizmin isim olarak dahi yaşayacağı şüphelidir. Rusya, doğuda Dış Moğolistan; batıda Polonya, Doğu Almanya, Çekoslovakya, Macaristan, Bulgaristan ve Romanya ile bir blok teşkil ediyorsa da bunların arasında Bulgaristan'dan başka Rusya’ya cidden bağlı hiçbir devletin bulunmadığı muhakkaktır.

Romenler kısmen sıyrılmış durumdadırlar. Çekoslovakya, Moskof işgalinin kini içindedir. Macarlar ve Polonyalılar Rusları eskiden beri millî düşman sayarlar. Doğu Almanları ne de olsa Alman'dır ve duygularını saklamakta usta olan bu millet kendisine göre pek geri ve kaba olan Ruslar’ın boyunduruğuna elbette sonuna kadar katlanacak değildir. Milletlerin hayatında milliyetçilik en büyük faktör olduğu için komünist devletlerin komünist rejimleri altında nihayet milliyetçi bir yola girecekleri zaten beklenirdi. Fakat düşmanlıkların bu kadar çabuk gelişeceği pek de akla gelmezdi. Bugün Çin ile Rusya ile düşman olarak karşı karşıya bulunuyorlar. Çin açıkça Rusya'dan toprak istiyor. Mart başında iki taraf karakolları arasındaki çatışma yerini belli eden bir işarettir. Gelen haberler ise yarınki savaşın pek tatlı olacağını gösteriyor.

Ruslar tarafından açıklanan Çin vahşeti komünistlere has bir davranıştan başka bir şey değildir. Ruslar'ın nasıl hareket ettikleri hakkında henüz Çinliler bir açıklama yapmadı. Ruslar'ın vahşetten yanıp yakılmaları ister istemez insanı gülümsemeye sevk ediyor.

Bu peşrev, komünizmin çatırdamaya başladığını gösteren bir alâmettir. İki kalabalık ve atomlu komünist devlet kapışırsa sonunda ister biri kazansın, ister denk kalıp barış yapsınlar, komünizm çökecektir. Komünist rejimi altında yaşayan insanların iyi savaşamıyacağı İkinci Cihan Savaşı'nda belli olmuştur. Bunca hazırlığa rağmen kalabalık Rus orduları Almanlar karşısında bozguna uğrayarak ancak görülmemiş derecedeki kış tarafından kurtarılmışlardı. Tabiî, savaşın Amerikalılar tarafından kazanıldığını söylemeye lüzum yok.

Ruslar la Çinliler'in bugünkü hırlaşması yarın bir savaşa kadar gider mi? Elbette gidecektir. Savaş ezelî ve ebedî bir kanundur. Onu kaldırmak için ortaya atılanlar bile bu kanunun hükümlerinden dışarda kalamazlar. Onun için Çinliler'le Ruslar mutlaka vuruşacaklardır. Fakat bu vuruşma önce Avrupa uydularının, sonra da Sovyetler Birliği ile Çin'deki milletlerin ayaklanmasıyla bitecek ve komünizm yerini, en ihtiyatlı tahminle, Yugoslavya'da olduğu gibi mutedil ve medenî bir sosyalizme bırakarak göçüp gidecektir.

Rusya ve Çin milyonlarca Türk'ü sömüren ve Türkler'in anayurdu olan Türkistan'ı işgal altında tutan iki düşman millettir.

Acaba Türkiye Cumhuriyeti'nin bu dış Türkler hakkında bir plânı var mı? Tıpkı bir savaş plânı gibi çeşitli ihtimalleri göz önünde tutan, tarihî fırsatlardan nasıl istifade edileceğini gösteren tasarılar hazır mı? Yoksa yine her fırsat kaçırılacak veya Kıbrıs konusunda olduğu gibi yumurta kapıya geldikten sonra aceleyle ve hazırlıksız olarak savsaklama taktiği mi kullanılacak?

Beş yıllık plânlar Türk milletinin hayatına göre o kadar can alıcı şeyler değildir. Türkiye teknik ve iktisat bakımından nasıl olsa kalkınacaktır. Asıl mühimi yüzyıllık plânların hazırlanması ve pusuya yatılmasıdır. İngiltere'yi, Rusya’yı falan şöyle bir tarafa bırakarak küçük, kuvvetsiz ve zavallı Yunanistan'a bakalım: Rejimlerin ve hükümetlerin değişmesine, âdi iç çekişmelere ve üst üste savaş kaybetmelere rağmen yüzyıllık plânını başarıyla takip etmiyor mu?

"Büyük Devlet" fikrinin mucidi olan Türkler acaba Yunanistan kadar da olamayacak mı?


Gözlem, 20 Mart 1969
2009-05-03 21:52:45
Bir milletin dertlerini açık yürek ve iyi niyetle konuşmak varken, eksikliklerle yanlışları yurtseverlik duyguları içinde tenkid etmek dururken her konuyu, her çareyi yalnız kendisi bilirmiş gibi tavır takınıp da kendisi gibi düşünmeyenlere hınçla, kinle saldıran, iftira atan o türedi yok mu, işte vatan haini, millet düşmanı tipinin musahhas örneği odur.
Sen, başka hakimiyetlerdeki Türkler'den mi bahsettin? Türedi hemen karşındadır. Seni emperyalistlikle suçlayacaktır. Türk soyunun üstünlüğünü söyledin, azınlıkların ihanetinden mi söz açtın? Sana kafatasçı diyecektir. Gelenek, mazi, din lüzumludur mu dedin? Gericiliği yapıştıracaktır.

Ve arkasından aynı plak tekerlemeleri: Sosyal adalet, ağalar, üretim araçları, alt yapı- üst yapı, derebeğlik sistemi falan, filan.....

Türediye göre ağaların toprağını alıp kollektif çiftlik kurdun mu ortalık hemen güllük gülistanlık olacaktır. Üretim araçları devletin olunca asalaklar ortadan kalkacak, atom çağına gireceğiz. Sosyalizm sihirli değnektir. Zaten Namık Kemal sosyalistti. Atatürk ise ileri sosyalistti. Rusya bize yardım etmeseydi Kurtuluş Savaşı olur muydu? O Kurtuluş Savaşı ki Türk işçi ve köylüsünün kapitalistlere karşı ayaklanmasından başka birşey değildi.

Bu herzeleri bıkmazsızın döktüren türedi, içki masası başından savurduğu tekerlemelerle bütün meseleleri bir çırpıda çözüveriyor.

Halbuki tarihin bir akışı, milletlerin sosyal kanunlara bağlı oluşu vardır. Taş çatlasa, bir toplumu bu kanunlar sınırının dışına itemezsin. Milliyetçilik sosyal bir kanundur. Yüz bin yıl mı, beş yüz bin yıl mı, her ne kadarsa, insan topluluklarının olgunlaşa olgunlaşa vardığı bir sonuştur. Bunu kaldıramaz, yok edemezsin. İnsanları tek millet yapmak isteyen Makedonyalı İskender gibi budalalar çıkmış, bu gayeye varmak için İran'a Yunanlı göçmenler getirmek gibi çocukça davranışlar sonunda sapıtarak kapıldığı yarı Tanrılık iddiası içinde yok olup gitmiştir.

Komünistler de milletleri inkar ederek işe başladıkları halde üç-beş yıl geçmeden Çarların siyasetine varis çıkmış millet düşüncesine söve söve milliyetçilik yapmak gibi bir garabete düşmüştür. Çünkü milliyetçilik ölmez bir fikir ve yüzlerce yılın muhassalasıdır.

Komünist rejimdeki Rusya'da Troçki ile Yahudiler'in, Stalin'le Gürcüler'in tasfiyesinde Rus milliyetçiliğinin şuuralti hamlesini görmemek için kör olmak lazımdır. Komünizm miliyetçiliği reddediyor idiyse Kızıl Çin neden Rusya'dan toprak istiyor? Neden tarihi miras diye, bir zamanlar kısa bir süre elegeçirmiş olduğu topraklarda hak iddia ediyor?

Tarihi mirasın sözümü olur? Bu bir milliyetçilik terimi değil mi? Nüfus fazlaysa onları neden Rusya'ya yolluyarak sovyet vatandaşlığına kabul ettirmiyor? Çin veya Sovyet vatandaşı olmak arasında ne fark var?

Komünist nazariyatına göre fark olmamak gerek ama oluyor işte....Çünkü milliyetçilik ana sosyal kanundur. İnsanlar var oldukça milletler ve bunun sonucu milliyetçilikler de var olacak ve milletler, zaman zaman, milli çıkarlar yüzünden çatışacaktır.

Bu, böyle olduğu halde, türedi bunları bilmemezlikten gelir. Çünkü satılmıştır. Ya dışardan beslendiği için, yahut işlediği ağır bir suçun belgeleri kendisini oynatanların elinde olduğu için görmemezlikten gelecektir. Artik ipliği pazara çıktığı, kime uşaklık ettiği belli olduğu halde direnecek, tepinecektir. Tepinmeye mecburdur. Aldığı direktife göre kılık, fikir, taktik değiştirecek; dün burjuva diye sövdüğü Namık Kemal'i bugün sosyalist diye göklere çıkaracak; dün kara dediğine bugün ak demekten utanmayacaktır. Utanmak da nedir? Burjuva uydurması değil mi?

Yıllardır memleketimizde uygulanan yanlış, yetersiz, hatta olumsuz öğretimin sonu olarak yetişen manevi değerlerden yoksun, kafası iyi işlemeyen ve hepsinden kötüsü "rahat" ve "kolay kazanç" ardındaki maddeci nesil, bu materyalist balonlara pek çabuk kanmaktadır. Onların ağzında da sosyal adaletten başka laf yoktur. "Sosyalizmden başka kurtuluş yolu yoktur" tekerlemesiyle bütün çapraşık davaları çözüveren bu zavallılar, bir çok yerlerde, kendisine verilen toprağı yine ağaya devrederek gönül rızasıyla ırgat durumuna geçenlerin nedeni, niçini üstünde beyin yormamaktadır. Sokağın ve kırların sefaletinden lüks konaklara alındıktan sonra konfora dayanamayarak yine sokağa kaçan çingene kızının ruhi durumunu düşünmeden hüküm verenler gibi, bu zavallılar da yüzlerce yıllık alışkanlık, gelenek, zaruret ve ruhi durum gibi amilleri hesaba katmadan sihirli değnek masalıyla avunup avutmaya calışıyorlar.

Hele bir sosyalizm ilan olsun her şey güllük gülistanlik, öyle mi? Öyleyse yüzbinlerce insan neden ölümü göze alarak sosyalist ülkelerden kapitalist ülkelere kaçıyor? Neden hala dünyanin en ileri ülkeleri kapitalistler tarafında? Kuzeyin ileri ülkelerindeki sosyalizmin (yani sosyal demokratlık yahut hristiyan sosyalistliğin) türedilerin ileri sürdüğü sosyalistlikle adaşlıktan başka ne benzerliği var? O ülkeler önce ilerlediler, sonra sosyalist oldular. Başlarında hala kıralları, şatolarında hala kontları ve baronları var. Ama herkes bolluk içinde ve bahtiyar. Çünkü bu, tarihi bir gelişmenin sonucudur. türedi ise önce sosyalizmini ( hem de nasılını) ilan edip sonra gelişmek istiyor ama olmuyor işte. Tabiatın olduğu gibi toplumun da kanunları var: Çocuk kuvvetlenir, sonra yürür. Önce yürüyüp sonra kuvvetlenmez.

Türk milletinin davası yüksek milli şuur ve milli inanç, yani kuvvetli milliyetçilik içinde başarılacak davadır. Milliyetçilik yani Türkçülük ilkeleri içinde akıl, bilgi ve metodla calışarak sonu getirilecek bir konudur. Sihirli değnek davası değildir. Cumartesi günleri de tatil yaparak, genel evler kurarak ve turistlere hoş görünerek çözülecek dava değildir.

Memlekette ne kadar beyinsizin öttüğünü anlamak için cumartesi tatili ve genel ev teklifi gibi ahmaklıklara (aynı zamanda ahlaksızlıklara) bakmak ve demokrasinin düştüğü sefaleti görerek toparlanmak lazımdır. İş başındakilerin "Demokrasi elden gidiyor" naralarından ürkmeyerek tedbir almaları, her işin başına o işin uzmanını getirmeleri, demokratik metodların vatan düşmanlarını koruyan aksaklıklarını pek yürekle gidermeleri, gerektiği zamanlarda yozlaşmış kurumları koparıp atmaktan çekinmemeleri lazımdır. Yoksa bu sosyal yüzsüzlük sürüp gidecek, Türkiye'yi bilinmeyen ve istenmeyen yönlere doğru iterek önümüzdeki yüz yıl için büyük milli felaketlere yol açacaktır.


Ötüken, 14 Kasım 1964
2009-05-03 22:03:47
Net.
2009-05-09 12:57:42
Dillerde Aynı Türkü Allah Korusun Türkü..!
  • 1
  • 2