Subpage under development, new version coming soon!
Subject: Köşe Yazıları
Oysaki 'demokrasi' sözcüğü ile maskelenmiş Arap Baharı adı altındaki Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Suriye'ye kadar olan halka tamamen Batı'nın denetimine girdi. Sıra Suriye'de ve kullanılan ülke Türkiye!
Hıristiyan Batı, ülkelerin içinden satın aldıkları işbirlikçilerin faaliyetleri ile avuçlarını ovuştururken, iki Müslüman ülkenin savaşmasını bekliyor... Üstelik bu savaşın sadece Türkiye ve Suriye sınırlı kalmasını da istemiyor.
Bu oyuna hep birlikte karşı gelmeliyiz!
+1 cok guzel yazı:-))hepsı yavaş yavaş arap baharı adı altında ELE gecırılıyor sömürülüyor..
TÜRKIYENIN bu oyunlara alet olmaması gerekır....
surıye ve ırana karşı bızı kullanmaya calışıyorlar ozellıkle surıyeye fazla karışmıyorlar zengın kaynakları yok dıye ama ırana gelıncee hepsı bırlık oluyor
Hıristiyan Batı, ülkelerin içinden satın aldıkları işbirlikçilerin faaliyetleri ile avuçlarını ovuştururken, iki Müslüman ülkenin savaşmasını bekliyor... Üstelik bu savaşın sadece Türkiye ve Suriye sınırlı kalmasını da istemiyor.
Bu oyuna hep birlikte karşı gelmeliyiz!
+1 cok guzel yazı:-))hepsı yavaş yavaş arap baharı adı altında ELE gecırılıyor sömürülüyor..
TÜRKIYENIN bu oyunlara alet olmaması gerekır....
surıye ve ırana karşı bızı kullanmaya calışıyorlar ozellıkle surıyeye fazla karışmıyorlar zengın kaynakları yok dıye ama ırana gelıncee hepsı bırlık oluyor
Türkiye ve Suriye'de başarılı olabilirler ama İran'da asla :))
Çünkü adamlar her kamu malını ABD ve İsrail'e satmadılar, dışarıya bağımlılıkları yok.
Taviz de vermiyorlar hiçbir konu da :)
BOP projesi 2023'te zor biter :D
Çünkü adamlar her kamu malını ABD ve İsrail'e satmadılar, dışarıya bağımlılıkları yok.
Taviz de vermiyorlar hiçbir konu da :)
BOP projesi 2023'te zor biter :D
Seçmeli o ders daha çok etkilemeyecek mi ? Telefondan girdiğim için o ders diyorum çünkü, o dersi almayanlara ateist diyeceklerden daha çok saygım var o kitaba. Imla olarak yanlış yazmamak bundan kastım.
Spor Bakanı demişken... Ankaragücü küme düşmüştü, stadının adı 19 Mayıs... Manisaspor küme düşmüştü, stadının adı 19 Mayıs... En son Samsunspor küme düştü, stadının adı 19 Mayıs... “19 Mayıs statlarda kutlanmayacak” diyorlar, inanmıyorsunuz kardeşim!
İttir Etik!
Umur Talu yazdı...
Böylesi iyi oldu.
Bu ülkede ya “Etik”in olmadığını ya da “Hukuk”un bulunmadığını öğrendik.
Öyle ya...
Etik’in “no problem” dediği yüzünden, Hukuk aylardır insanları içeride tutuyor.
Böylesi iyi oldu.
Esasında memlekette ne Etik olduğunu, ne de Hukuk bulunduğunu öğrendik.
Öyle ya...
Etik nihayetinde bir Hukuk arar; Hukuk nihayetinde Etik olmakla mükelleftir.
Birinin bir ötekini geçersiz kıldığı...
İkisinin de emir komutayla hareket edebildiği bir memlekette, İttiretik veya Fakhukuk demeyi de öğrendik.
***
Şike varsa, bu nasıl Etik!
Şike yoksa, bu nasıl Hukuk!
Şike varsa, bu nedir Beşiktaşlı Yıldırım...
Şike yoksa, neden içeride Fenerli Yıldırım!
***
Federasyon Başkanı; Beşiktaş’ın enkazı üstünden geldiği yerde, şimdi Fenerbahçe meselesini halletmek için, zaten zanlı olan Beşiktaş’ı da çok sayıda kulüple birlikte torbaya atmış oldu.
Bu şuna benziyor:
1994 yılında, “benim, bizim” Milliyet’te Başbakan Tansu Çiller’in ABD’deki servetini ortaya çıkarmıştık (rahmetli Turan Yavuz imzasıyla).
Hükümet düşmek üzereydi.
DYP’nin koalisyon ortağı SHP ve Genel Başkanı Murat Karayalçın ve de şimdi CHP kurmayı olan Nihat Matkap, geceyarısı bir operasyonla, Meclis gündemine sadece Çiller’in değil, “gelmiş geçmiş tüm başbakanların servetinin araştırılması” numarasını oturtmuşlardı.
Devrin Hürriyet’i ile Sabah’ı da, bu çirkin sulandırma, bulandırma operasyonunun saha amirleriydi.
Nereden nereye?
Şimdi, Federasyon Başkanı, esasında Beşiktaş’ı(mız)ı da torbaya atarak, “Fenerbehçemiz”i kollamak isterken, şu soruyu muallakta bırakıyor:
Bu Yıldırım dışarıda ise...
O Yıldırım neden içeride?
Bu Yıldırım Federasyon Başkanı olabiliyorsa...
O Yıldırım neden Kulüp Başkanı bile kalamıyor?
(Bakın, benim hiçbir sempatim yok kimseye; aşırı mesafeliyim!)
Bu Yıldırım savcı ve hakim olabiliyorsa...
O Yıldırım neden sanık ve tutuklu?
***
Cemaatle hükümet çekişmiş... İşler karışmış. Mışmış da mışmış!
Şu kabul ediliyor o zaman:
Ne yargı bağımsız, ne hukuk!
Ne federasyon özerk, ne etik!
Ne Hukuk mevcut, ne Etik!
Gerisi bir tatlı masal, bir acı hatıra, bir felaket ibret!
Patronaj, vesayet, hamilik,ağalık, hocalık düzeni; topun yuvarlaklığını, kulüp sevgisinin köşesizliğini, futbol aşkının teklifsizliğini bile öldürüyor.
Geriye bir bahar çiçekleri kalıyor...
Onları da, ya yazın sıcağı eritecek...
Ya kışın ayazı!
***
Biz, bilmiyorum siz de mi, takımlarımızı, onlara ihanet eden, ruhlarını pisletenlere karşı, her kümede, her ahval ve şeraitte de severdik.
Küme düşmüş takımını hala deplasmanda alkışlamaya koşup 4-4’lük haysiyetli bir mücadeleyle onurlanan Wolverhampton’lular gibi de olabilirdik...
Küme düşmüş denirken, haysiyetiyle şahlanmış, devleri dize getirmiş, kalbimizi çalmış Wiganlılar gibi de coşabilirdik.
Rahat bıraksalardı...
Paralarını, ihtiraslarını, tezgahlarını, oyunlarını, Karaman’ın koyunlarını, otoritelerini, emirlerini, buyruklarını, kuyruklarını bu kadar içine içine batırıp bütün renkleri kirletmeselerdi!
Biz yine canımız gibi severiz o kulüpleri...
Onların Etik’ine, Hukuk’una şeyderek!
Süper finaliniz de, havuzunuz da, yayınınız mayınınız da sizin olsun.
Umur Talu yazdı...
Böylesi iyi oldu.
Bu ülkede ya “Etik”in olmadığını ya da “Hukuk”un bulunmadığını öğrendik.
Öyle ya...
Etik’in “no problem” dediği yüzünden, Hukuk aylardır insanları içeride tutuyor.
Böylesi iyi oldu.
Esasında memlekette ne Etik olduğunu, ne de Hukuk bulunduğunu öğrendik.
Öyle ya...
Etik nihayetinde bir Hukuk arar; Hukuk nihayetinde Etik olmakla mükelleftir.
Birinin bir ötekini geçersiz kıldığı...
İkisinin de emir komutayla hareket edebildiği bir memlekette, İttiretik veya Fakhukuk demeyi de öğrendik.
***
Şike varsa, bu nasıl Etik!
Şike yoksa, bu nasıl Hukuk!
Şike varsa, bu nedir Beşiktaşlı Yıldırım...
Şike yoksa, neden içeride Fenerli Yıldırım!
***
Federasyon Başkanı; Beşiktaş’ın enkazı üstünden geldiği yerde, şimdi Fenerbahçe meselesini halletmek için, zaten zanlı olan Beşiktaş’ı da çok sayıda kulüple birlikte torbaya atmış oldu.
Bu şuna benziyor:
1994 yılında, “benim, bizim” Milliyet’te Başbakan Tansu Çiller’in ABD’deki servetini ortaya çıkarmıştık (rahmetli Turan Yavuz imzasıyla).
Hükümet düşmek üzereydi.
DYP’nin koalisyon ortağı SHP ve Genel Başkanı Murat Karayalçın ve de şimdi CHP kurmayı olan Nihat Matkap, geceyarısı bir operasyonla, Meclis gündemine sadece Çiller’in değil, “gelmiş geçmiş tüm başbakanların servetinin araştırılması” numarasını oturtmuşlardı.
Devrin Hürriyet’i ile Sabah’ı da, bu çirkin sulandırma, bulandırma operasyonunun saha amirleriydi.
Nereden nereye?
Şimdi, Federasyon Başkanı, esasında Beşiktaş’ı(mız)ı da torbaya atarak, “Fenerbehçemiz”i kollamak isterken, şu soruyu muallakta bırakıyor:
Bu Yıldırım dışarıda ise...
O Yıldırım neden içeride?
Bu Yıldırım Federasyon Başkanı olabiliyorsa...
O Yıldırım neden Kulüp Başkanı bile kalamıyor?
(Bakın, benim hiçbir sempatim yok kimseye; aşırı mesafeliyim!)
Bu Yıldırım savcı ve hakim olabiliyorsa...
O Yıldırım neden sanık ve tutuklu?
***
Cemaatle hükümet çekişmiş... İşler karışmış. Mışmış da mışmış!
Şu kabul ediliyor o zaman:
Ne yargı bağımsız, ne hukuk!
Ne federasyon özerk, ne etik!
Ne Hukuk mevcut, ne Etik!
Gerisi bir tatlı masal, bir acı hatıra, bir felaket ibret!
Patronaj, vesayet, hamilik,ağalık, hocalık düzeni; topun yuvarlaklığını, kulüp sevgisinin köşesizliğini, futbol aşkının teklifsizliğini bile öldürüyor.
Geriye bir bahar çiçekleri kalıyor...
Onları da, ya yazın sıcağı eritecek...
Ya kışın ayazı!
***
Biz, bilmiyorum siz de mi, takımlarımızı, onlara ihanet eden, ruhlarını pisletenlere karşı, her kümede, her ahval ve şeraitte de severdik.
Küme düşmüş takımını hala deplasmanda alkışlamaya koşup 4-4’lük haysiyetli bir mücadeleyle onurlanan Wolverhampton’lular gibi de olabilirdik...
Küme düşmüş denirken, haysiyetiyle şahlanmış, devleri dize getirmiş, kalbimizi çalmış Wiganlılar gibi de coşabilirdik.
Rahat bıraksalardı...
Paralarını, ihtiraslarını, tezgahlarını, oyunlarını, Karaman’ın koyunlarını, otoritelerini, emirlerini, buyruklarını, kuyruklarını bu kadar içine içine batırıp bütün renkleri kirletmeselerdi!
Biz yine canımız gibi severiz o kulüpleri...
Onların Etik’ine, Hukuk’una şeyderek!
Süper finaliniz de, havuzunuz da, yayınınız mayınınız da sizin olsun.
Fazıl Say Say bitmez - YILMAZ ÖZDİL
Mesele sırf...
Fazıl Say değildir.
*
Biat etmediği için, ha bire mahkemeye verilen, sahneden çok duruşmaya çıkmak zorunda kalan Müjdat Gezen meselesidir.
*
Levent Kırca meselesidir aynı zamanda... Sana ne güzel abim, THY çalışanlarına destek vermeye gideceğine, iktidarı yağlamaya gitseydin daha iyi olmaz mıydı diye sordum, müteahhit bile olurdum dedi.
*
Mehmet Aksoy’un ucube’sidir mesele... Zekâsının önünde ceket iliklediğim Ferhan Şensoy’a “akıl fukarası” denmesidir. Mikrofonu uzattığında doğru bildiğini söylüyor, başımıza iş açıyor diye, Tarık Akan’a, Rutkay Aziz’e, Genco Erkal’a, Zeki Alasya’ya ambargo meselesidir.
*
Bedri Baykam mesela.
Neden bıçakladılar sanıyorsunuz...
Tablolarını beğenmedikleri için mi?
*
Gülriz Sururi’nin servetini Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne bağışlaması... Altan Erkekli’nin, sanat soru sordurur, soru sormayan bireyler yetişsin isteniyor, aldatmaya kandırmaya yönelik politikalar uygulanıyor, demesi... Tuncay Özinel’in sanki başka mevzu yokmuş gibi, Uyan Gazi Kemal’i sahnelemesi... Şu yaşında lay lay lom gezip, malı götürmesi gerekirken, oyuncular sendikası başkanı olan Memet Ali Alabora, mesele değil de nedir?
*
Yıldız Kenter’dir.
Fatma Girik’tir.
Türk parasının sahte olup olmadığını anlamak için ışığa tutarız, eğer içinde Atatürk varsa, o para gerçektir, ne mal olduklarını anlamak için, insanları da ışığa tutun, içinden Atatürk geçmeyen insanlara paye vermeyin, iltifat etmeyin, diyen Ali Poyrazoğlu’dur asıl mesele.
*
Sivil darbe’yi kaleme alan Ataol Behramoğlu’dur. Padişahım Çok Yaşa’yı yazan Muzaffer İzgü’dür mesele... 86 yaşındayım, böyle rezalet görmedim diyen Fikret Otyam’dır.
Nihat Genç’tir.
*
Benim canım Arif Sağ’ımdır, Rahmi Saltuk’tur, işini gücünü bırakıp, işçileri iş, dertlerini dert edinen Edip Akbayram’dır... Mustafa Kemal’i sevmeyenle ahbaplık etmem, yere tüküren, kadın döven beni dinlemesin, sanatçı dalkavuk olmamalı diye haykıran Volkan Konak’tır mesele.
*
Leman’dır Penguen’dir.
Uykusuz’dur mesele.
*
O nedenle, aman diim...
Uykunuza dikkat edin.
Okumayın.
Seyretmeyin.
Dinlemeyin.
*
Toki evi alın bu arada...
Dolar biriktirin.
Altın istifleyin.
Devamlı doğurun.
Çocuklarınıza...
Bu “değer”leri öğretin.
Baleye filan gitmeyin sakın.
Mesele sırf...
Fazıl Say değildir.
*
Biat etmediği için, ha bire mahkemeye verilen, sahneden çok duruşmaya çıkmak zorunda kalan Müjdat Gezen meselesidir.
*
Levent Kırca meselesidir aynı zamanda... Sana ne güzel abim, THY çalışanlarına destek vermeye gideceğine, iktidarı yağlamaya gitseydin daha iyi olmaz mıydı diye sordum, müteahhit bile olurdum dedi.
*
Mehmet Aksoy’un ucube’sidir mesele... Zekâsının önünde ceket iliklediğim Ferhan Şensoy’a “akıl fukarası” denmesidir. Mikrofonu uzattığında doğru bildiğini söylüyor, başımıza iş açıyor diye, Tarık Akan’a, Rutkay Aziz’e, Genco Erkal’a, Zeki Alasya’ya ambargo meselesidir.
*
Bedri Baykam mesela.
Neden bıçakladılar sanıyorsunuz...
Tablolarını beğenmedikleri için mi?
*
Gülriz Sururi’nin servetini Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne bağışlaması... Altan Erkekli’nin, sanat soru sordurur, soru sormayan bireyler yetişsin isteniyor, aldatmaya kandırmaya yönelik politikalar uygulanıyor, demesi... Tuncay Özinel’in sanki başka mevzu yokmuş gibi, Uyan Gazi Kemal’i sahnelemesi... Şu yaşında lay lay lom gezip, malı götürmesi gerekirken, oyuncular sendikası başkanı olan Memet Ali Alabora, mesele değil de nedir?
*
Yıldız Kenter’dir.
Fatma Girik’tir.
Türk parasının sahte olup olmadığını anlamak için ışığa tutarız, eğer içinde Atatürk varsa, o para gerçektir, ne mal olduklarını anlamak için, insanları da ışığa tutun, içinden Atatürk geçmeyen insanlara paye vermeyin, iltifat etmeyin, diyen Ali Poyrazoğlu’dur asıl mesele.
*
Sivil darbe’yi kaleme alan Ataol Behramoğlu’dur. Padişahım Çok Yaşa’yı yazan Muzaffer İzgü’dür mesele... 86 yaşındayım, böyle rezalet görmedim diyen Fikret Otyam’dır.
Nihat Genç’tir.
*
Benim canım Arif Sağ’ımdır, Rahmi Saltuk’tur, işini gücünü bırakıp, işçileri iş, dertlerini dert edinen Edip Akbayram’dır... Mustafa Kemal’i sevmeyenle ahbaplık etmem, yere tüküren, kadın döven beni dinlemesin, sanatçı dalkavuk olmamalı diye haykıran Volkan Konak’tır mesele.
*
Leman’dır Penguen’dir.
Uykusuz’dur mesele.
*
O nedenle, aman diim...
Uykunuza dikkat edin.
Okumayın.
Seyretmeyin.
Dinlemeyin.
*
Toki evi alın bu arada...
Dolar biriktirin.
Altın istifleyin.
Devamlı doğurun.
Çocuklarınıza...
Bu “değer”leri öğretin.
Baleye filan gitmeyin sakın.
Dön Fetullah dön !
SEVGİLİ okuyucularım, AKP-Fetullah koalisyon hükümetinin başı biraz dertte!
Koalisyonun Fetullah kesimi belli konularda su koyverdi, AKP’ye posta koymaya başladı:
“Şunu şöyle yaparsanız biz bozuluruz haa! Desteğimizi çekeriz. Siz devleti ele geçirirken biz yardımcı olmadık mı?
Adamlarımızı polise, yargıya, mülki idareye yerleştirmedik mi? Siz onların desteği ve katkısıyla bu duruma gelmediniz mi?..”
Hele son tartışılan ve ne olduğu bilinmeyen yargı paketleri gündeme geldiğinde, Fetullah kesiminin feryadı iyice arttı:
“Ey AKP, ne yaptığını zannediyorsun sen? Şimdi yasa değişikliği yapıp bu herifleri serbest mi bırakacaksın? Özel yetkili mahkemelerin yetkilerini azaltıp bu teröristlerin lehine durum mu oluşturacaksın?..”
Bu tantana başladığı anda, çoğu Fetullah ekibinin denetiminde olan yandaş medyada yine aynı haberler yer almaya başladı. Amaç özel yetkili mahkemelere dokunulmasını önlemekti.
Yeni konuşma kayıtlarını açıklamaya başladılar.
Tutuklu subaylar konuşuyordu!
Yine gizli dinlemeler yapılmış, aileleriyle yaptıkları konuşmalar bile kayda alınmıştı.
Bunları tahrif ederek, saptırarak yayınlamaya başladılar.
Amaç belliydi:
“Tayyip, sen bizim iktidar ortağımızsın ama adımını denk at! Sonra seni de çiğ çiğ yeriz. Desteğimizi çektiğimiz anda çukurda yuvarlanırsın…”
# # #
Fetullah, sıradan bir vaiz. 1960‘lı yıllarda Diyanet’in sınavına girdi, başarılı olamadı. Sonra bir kez daha girdi ve orta derece ile vaizliğe kabul edildi.
Çeşitli yerlerde bu görevde bulundu.
Ağzı çok güzel laf yapıyor, yanına ilginç ve paralı adamlar topluyordu.
Çevresi suya atılan taşın yarattığı halkalar gibi, giderek genişledi.
Günün birinde hakkında DGM’de dava açıldı.
Beraat etti ama Fetullah korkmuştu.
Çareyi yurt dışına gitmekte buldu.
Yıl 1999. Fetullah ABD’ye gidip Pensilvanya Eyaleti’ne yerleşti. Müritleri tarafından orada yaşaması için görkemli bir çiftlik satın alındı.
Muhteşem bir yer. Gak deyince ekmek, guk deyince su geliyor!
Hizmetkarları yanında. Şoförler, bakıcılar, uşaklar, temizlikçiler, aşçılar, teknik ekipler, doktorlar, korumalar, sekreterler…
Özel medyası, gazete ve televizyonları Türkiye’de kuruldu.
Her gün oralarda görüş bildiriyor, çok değerli fikirlerini açıklıyor, Allah falan diyor, peygamberden söz ediyor, insanlıktan dem vuruyor!
Cemaat ekibi Türkiye’de hiç boş durmadı. Yüzlerce okul, kolej, dershane, özel yurt, hatta üniversiteler kurdular.
Buralarda genç beyinler Fetullah ilkeleri doğrultusunda eğitiliyor.
Kendi elemanlarını devlete başarıyla yerleştirdiler.
# # #
Fetullah 1999‘dan bu yana, söylemesi ayıp olacak ama tam
13 yıldan beri ABD’de krallar gibi yaşıyor.
İyi de, oralardan ahkam kesmek biraz ayıp-garip kaçıyor.
İki koalisyon ortağının, AKP-Fetullah ikilisinin arası şimdi birazcık bozuldu.
Fetullah medyası, ortağı AKP’ye ufaktan ufaktan bindirmeye, eleştirmeye başladı.
Bu iki ortağın arasına kara kedi girmesi vahim bir durum.
Sürtüşme devam ederse AKP bölünebilir…
Çünkü AKP’nin içinde hem Fetullah yandaşları var, hem de ona karşı çıkanlar.
Ancak ikinci kesim sesini fazla yükseltmekten korkuyor.
# # #
Geçtiğimiz günlerde Fetullah ekibinin Türkçe Olimpiyatları
gösterileri yapıldı.
Dünyanın dört bir yanında açtıkları okullarda derledikleri küçük çocuklardan yetenekli olanları seçmişler, onlara Türkçe şarkılar ve halk dansları öğretmişlerdi. Sonra çocuklar her yıl olduğu gibi bu yıl da topluca Türkiye’ye getirildi…
Türkiye’nin dört bir yanında devletin bütün spor salonları, bütün stadyumları onlara açıldı. Çocuklara konser verdirildi.
(Bu iş için spor salonları ile stadyumlara kira parası verip vermedikleri bilinmiyor. Sorsak da yanıt verilmiyor.)
Çocuklar ekiplere ayrıldı, ne kadar gazete ve televizyon bürosu varsa, yargı kuruluşu varsa, her yere götürüldü. Ekip başları direktif veriyordu:
“Hadi bakalım, amcalara teyzelere biraz şarkı söyleyin…”
# # #
Gösterinin son bölümü önceki gece İstanbul’da Arena Stadı’nda yapıldı. Kambersiz düğün olmaz atasözü uyarınca Tayyip ve ekibi de gösterileri onurlandırdı.
Önceden televizyonlara haber salındı:
“Sayın Başbakanımız gece Fetullah olimpiyatlarında çok önemli bir konuşma yapacaktır. Canlı yayınlanması…”
Perşembe gecesi dizisi olan birkaç kanal dışında ötekilerin tümü, bu atraksiyonu canlı yayınladı.
Tayyip, başkaları tarafından hazırlanmış konuşma metnini önündeki cam levhalardan okumaya, gösterisini el kol hareketleri ve mimiklerle süsleyerek Fetullah’a seslenmeye başladı!
Aralarına giren kara kediyi kovmaya, koalisyon ortağının gönlünü almaya çalışıyordu!
“Kardeşlerim, gurbet hasrettir. Hasretin bedeli çok ağırdır. Gurbet aynı zamanda garipliktir. Diyoruz ki bu sıla hasreti artık bitmelidir. Bitsin istiyoruz. Biz gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içinde olanları aramızda görmek istiyoruz.”
# # #
Bu sözleri duyan zanneder ki, Fetullah ABD’ye yerleşirken korktuğu bir şey vardır!
Sürgüne gönderilmiştir, hakkında tutuklama kararı vardır ya da mahkumiyet aldığı için kaçmıştır falan filan!
Yok böyle bir şey.
Oraya kendi özgür iradesiyle gidip yerleşti.
Türkiye’yi ABD’den yönetmek daha kolayına geldiği için de,
13 yıldan beri dönmedi, dönmüyor.
Onun müritleri, ona inananlar kendisine soramıyor:
“Hocaefendi, senin ne işin var o Hıristiyan dünyasında? Niçin gittin?
Türkiye’yi niçin oradan yönetiyorsun?
Orada hangi gelirin ve paranla o görkemli çiftliklerde yaşıyorsun?
Harcamalarını kim yapıyor? Bu nasıl Müslümanlıktır?..”
Dikkat ediniz, biz sorunca da bu sorulara hiçbir zaman yanıt verilmiyor.
# # #
Fetullah, koalisyon ortağı Tayyip kendisini çağırdı diye ABD‘yi bırakıp Türkiye’ye döner mi? Bilemem!
Anımsayın, şeriatçı imam Humeyni’nin 1979 yılında sürgünde olduğu Paris’ten Tahran’a dönüşü tek kelimeyle muhteşem olmuş, orada milyonlarca insan tarafından büyük gösterilerle karşılanmış ve devletin başına geçmişti. Ama o bir sürgündü, Şah tarafından yurt dışına şutlanmıştı.
Bizim imam ise sürgün değil. Oralara kendi özgür iradesiyle gidip yerleşti.
Gelirse yine benzer gövde gösterileri yapılır mı? Yapılmasına
Tayyip izin verir mi, yoksa “Adam gibi gelsin, gösteri yaptırmasın, haddini aşmasın” falan der mi?
Ya da bizimkinin gelip çalışmalarını burada sürdürmeye başlamasıyla Türkiye’nin İslam devletine dönüşme süreci hızlanır mı?
Vallahi onu da bilemem, bilsem size söylemez miyim!
Benim bildiğim tek şey, ülkemizin ne durumlara düşürüldüğüdür.
Ne vaizmiş be! Kaderimiz bunların, hele ilkokul mezunu bir vaizin elinde.
Vay bizim halimize!
SEVGİLİ okuyucularım, AKP-Fetullah koalisyon hükümetinin başı biraz dertte!
Koalisyonun Fetullah kesimi belli konularda su koyverdi, AKP’ye posta koymaya başladı:
“Şunu şöyle yaparsanız biz bozuluruz haa! Desteğimizi çekeriz. Siz devleti ele geçirirken biz yardımcı olmadık mı?
Adamlarımızı polise, yargıya, mülki idareye yerleştirmedik mi? Siz onların desteği ve katkısıyla bu duruma gelmediniz mi?..”
Hele son tartışılan ve ne olduğu bilinmeyen yargı paketleri gündeme geldiğinde, Fetullah kesiminin feryadı iyice arttı:
“Ey AKP, ne yaptığını zannediyorsun sen? Şimdi yasa değişikliği yapıp bu herifleri serbest mi bırakacaksın? Özel yetkili mahkemelerin yetkilerini azaltıp bu teröristlerin lehine durum mu oluşturacaksın?..”
Bu tantana başladığı anda, çoğu Fetullah ekibinin denetiminde olan yandaş medyada yine aynı haberler yer almaya başladı. Amaç özel yetkili mahkemelere dokunulmasını önlemekti.
Yeni konuşma kayıtlarını açıklamaya başladılar.
Tutuklu subaylar konuşuyordu!
Yine gizli dinlemeler yapılmış, aileleriyle yaptıkları konuşmalar bile kayda alınmıştı.
Bunları tahrif ederek, saptırarak yayınlamaya başladılar.
Amaç belliydi:
“Tayyip, sen bizim iktidar ortağımızsın ama adımını denk at! Sonra seni de çiğ çiğ yeriz. Desteğimizi çektiğimiz anda çukurda yuvarlanırsın…”
# # #
Fetullah, sıradan bir vaiz. 1960‘lı yıllarda Diyanet’in sınavına girdi, başarılı olamadı. Sonra bir kez daha girdi ve orta derece ile vaizliğe kabul edildi.
Çeşitli yerlerde bu görevde bulundu.
Ağzı çok güzel laf yapıyor, yanına ilginç ve paralı adamlar topluyordu.
Çevresi suya atılan taşın yarattığı halkalar gibi, giderek genişledi.
Günün birinde hakkında DGM’de dava açıldı.
Beraat etti ama Fetullah korkmuştu.
Çareyi yurt dışına gitmekte buldu.
Yıl 1999. Fetullah ABD’ye gidip Pensilvanya Eyaleti’ne yerleşti. Müritleri tarafından orada yaşaması için görkemli bir çiftlik satın alındı.
Muhteşem bir yer. Gak deyince ekmek, guk deyince su geliyor!
Hizmetkarları yanında. Şoförler, bakıcılar, uşaklar, temizlikçiler, aşçılar, teknik ekipler, doktorlar, korumalar, sekreterler…
Özel medyası, gazete ve televizyonları Türkiye’de kuruldu.
Her gün oralarda görüş bildiriyor, çok değerli fikirlerini açıklıyor, Allah falan diyor, peygamberden söz ediyor, insanlıktan dem vuruyor!
Cemaat ekibi Türkiye’de hiç boş durmadı. Yüzlerce okul, kolej, dershane, özel yurt, hatta üniversiteler kurdular.
Buralarda genç beyinler Fetullah ilkeleri doğrultusunda eğitiliyor.
Kendi elemanlarını devlete başarıyla yerleştirdiler.
# # #
Fetullah 1999‘dan bu yana, söylemesi ayıp olacak ama tam
13 yıldan beri ABD’de krallar gibi yaşıyor.
İyi de, oralardan ahkam kesmek biraz ayıp-garip kaçıyor.
İki koalisyon ortağının, AKP-Fetullah ikilisinin arası şimdi birazcık bozuldu.
Fetullah medyası, ortağı AKP’ye ufaktan ufaktan bindirmeye, eleştirmeye başladı.
Bu iki ortağın arasına kara kedi girmesi vahim bir durum.
Sürtüşme devam ederse AKP bölünebilir…
Çünkü AKP’nin içinde hem Fetullah yandaşları var, hem de ona karşı çıkanlar.
Ancak ikinci kesim sesini fazla yükseltmekten korkuyor.
# # #
Geçtiğimiz günlerde Fetullah ekibinin Türkçe Olimpiyatları
gösterileri yapıldı.
Dünyanın dört bir yanında açtıkları okullarda derledikleri küçük çocuklardan yetenekli olanları seçmişler, onlara Türkçe şarkılar ve halk dansları öğretmişlerdi. Sonra çocuklar her yıl olduğu gibi bu yıl da topluca Türkiye’ye getirildi…
Türkiye’nin dört bir yanında devletin bütün spor salonları, bütün stadyumları onlara açıldı. Çocuklara konser verdirildi.
(Bu iş için spor salonları ile stadyumlara kira parası verip vermedikleri bilinmiyor. Sorsak da yanıt verilmiyor.)
Çocuklar ekiplere ayrıldı, ne kadar gazete ve televizyon bürosu varsa, yargı kuruluşu varsa, her yere götürüldü. Ekip başları direktif veriyordu:
“Hadi bakalım, amcalara teyzelere biraz şarkı söyleyin…”
# # #
Gösterinin son bölümü önceki gece İstanbul’da Arena Stadı’nda yapıldı. Kambersiz düğün olmaz atasözü uyarınca Tayyip ve ekibi de gösterileri onurlandırdı.
Önceden televizyonlara haber salındı:
“Sayın Başbakanımız gece Fetullah olimpiyatlarında çok önemli bir konuşma yapacaktır. Canlı yayınlanması…”
Perşembe gecesi dizisi olan birkaç kanal dışında ötekilerin tümü, bu atraksiyonu canlı yayınladı.
Tayyip, başkaları tarafından hazırlanmış konuşma metnini önündeki cam levhalardan okumaya, gösterisini el kol hareketleri ve mimiklerle süsleyerek Fetullah’a seslenmeye başladı!
Aralarına giren kara kediyi kovmaya, koalisyon ortağının gönlünü almaya çalışıyordu!
“Kardeşlerim, gurbet hasrettir. Hasretin bedeli çok ağırdır. Gurbet aynı zamanda garipliktir. Diyoruz ki bu sıla hasreti artık bitmelidir. Bitsin istiyoruz. Biz gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içinde olanları aramızda görmek istiyoruz.”
# # #
Bu sözleri duyan zanneder ki, Fetullah ABD’ye yerleşirken korktuğu bir şey vardır!
Sürgüne gönderilmiştir, hakkında tutuklama kararı vardır ya da mahkumiyet aldığı için kaçmıştır falan filan!
Yok böyle bir şey.
Oraya kendi özgür iradesiyle gidip yerleşti.
Türkiye’yi ABD’den yönetmek daha kolayına geldiği için de,
13 yıldan beri dönmedi, dönmüyor.
Onun müritleri, ona inananlar kendisine soramıyor:
“Hocaefendi, senin ne işin var o Hıristiyan dünyasında? Niçin gittin?
Türkiye’yi niçin oradan yönetiyorsun?
Orada hangi gelirin ve paranla o görkemli çiftliklerde yaşıyorsun?
Harcamalarını kim yapıyor? Bu nasıl Müslümanlıktır?..”
Dikkat ediniz, biz sorunca da bu sorulara hiçbir zaman yanıt verilmiyor.
# # #
Fetullah, koalisyon ortağı Tayyip kendisini çağırdı diye ABD‘yi bırakıp Türkiye’ye döner mi? Bilemem!
Anımsayın, şeriatçı imam Humeyni’nin 1979 yılında sürgünde olduğu Paris’ten Tahran’a dönüşü tek kelimeyle muhteşem olmuş, orada milyonlarca insan tarafından büyük gösterilerle karşılanmış ve devletin başına geçmişti. Ama o bir sürgündü, Şah tarafından yurt dışına şutlanmıştı.
Bizim imam ise sürgün değil. Oralara kendi özgür iradesiyle gidip yerleşti.
Gelirse yine benzer gövde gösterileri yapılır mı? Yapılmasına
Tayyip izin verir mi, yoksa “Adam gibi gelsin, gösteri yaptırmasın, haddini aşmasın” falan der mi?
Ya da bizimkinin gelip çalışmalarını burada sürdürmeye başlamasıyla Türkiye’nin İslam devletine dönüşme süreci hızlanır mı?
Vallahi onu da bilemem, bilsem size söylemez miyim!
Benim bildiğim tek şey, ülkemizin ne durumlara düşürüldüğüdür.
Ne vaizmiş be! Kaderimiz bunların, hele ilkokul mezunu bir vaizin elinde.
Vay bizim halimize!
bu hangi yazarın yazısı yoksa sizin yazınızmı hocam
Kürtaj, sezaryen tartışması, protestoları tüm hızıyla sürüyor.
Peki kürtajın fikri temeli nereye dayanıyor?
Acaba, Fethullah Gülen olabilir mi?
Yorum yapmayalım buyrun okuyun:
“Kadınlar cehennemin etrafını çeviren şeylerdir”
“Şeytan, Allah Celle Celali Hu’nun huzuruna çıkmış ‘Beni rezil yusfay eyledin, her şeyimi elimden aldın. Bana bir yetenek ver ki kullarını yoldan çıkarayım’ demiş. Allah Celle Celali Hu ‘Sana büyük bir servet vereyim’ demiş. Şeytan istememiş; ‘Sana şöhret vereyim’ demiş, yine olmaz demiş. Şunu vereyim, bunu vereyim demiş, çocuk gibi omzunu silkmiş ‘İstemem de istemem’ demiş şeytan. ‘Sana kadınları kullanma imkanı vereyim demiş Allah Celle Celali Hu’ Şeytan sevinçten yerinden fırlamış, zil takıp oynamış.”
Bunlar (kadınlar) cehennemin etrafını çeviren şeylerdir. Hafizan Allah Hu, bunlardan (kadınlardan) birine tutulan insan bi başkasına, bi başkasına, bi başkasına sonra sürüklenir gider sürükleneceği yere; eshen israfilin Hafizan Allah…” (Fethullah Gülen, Araf’takiler ve Şeytan’ın tuzakları sohbeti, 2008 Pensilvanya)
Odatv.com
Peki kürtajın fikri temeli nereye dayanıyor?
Acaba, Fethullah Gülen olabilir mi?
Yorum yapmayalım buyrun okuyun:
“Kadınlar cehennemin etrafını çeviren şeylerdir”
“Şeytan, Allah Celle Celali Hu’nun huzuruna çıkmış ‘Beni rezil yusfay eyledin, her şeyimi elimden aldın. Bana bir yetenek ver ki kullarını yoldan çıkarayım’ demiş. Allah Celle Celali Hu ‘Sana büyük bir servet vereyim’ demiş. Şeytan istememiş; ‘Sana şöhret vereyim’ demiş, yine olmaz demiş. Şunu vereyim, bunu vereyim demiş, çocuk gibi omzunu silkmiş ‘İstemem de istemem’ demiş şeytan. ‘Sana kadınları kullanma imkanı vereyim demiş Allah Celle Celali Hu’ Şeytan sevinçten yerinden fırlamış, zil takıp oynamış.”
Bunlar (kadınlar) cehennemin etrafını çeviren şeylerdir. Hafizan Allah Hu, bunlardan (kadınlardan) birine tutulan insan bi başkasına, bi başkasına, bi başkasına sonra sürüklenir gider sürükleneceği yere; eshen israfilin Hafizan Allah…” (Fethullah Gülen, Araf’takiler ve Şeytan’ın tuzakları sohbeti, 2008 Pensilvanya)
Odatv.com
Önce şunu belirterek başlayalım. Amerika en az zahmet harcayarak, elde ettiği tek ülke, Türkiye’dir. Buna savaşsız Amerikan zaferi diyebiliriz.
Amerika bizi teslim alınca, bizden istedikleri bitecek sananlar, özellikle Kemalizm’den kopup sosyal demokrat olanlar için, Libya ve Suriye sürpriz olmuştur. Amerika’nın eskiden kendisinin yürüttüğü örtülü savaşları, mevcut siyasi iktidar eli yürütülmesini istemektedir. Yani “uşaklık ettik, artık biraz rahat edelim” dediğinizde, Amerika yeni talepler ile gene geliyor. Yoksa sıcak para durur, diyor.
ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clington Ortadoğu ziyaretine çıktı. Nede olsa, BOP Projesinin asıl sahibi olması hasebiyle, projenin son durumunu yerinde incelemek üzere denetlemeler yapıyor. Mısır ve İsrail’e gitti. Davut’un oğlu ile “cak yapmaya” gelirdi ama bakalım.
Mısır’da devlet başkanlığı koltuğuna oturttukları, Müslüman Kardeşler örgütünün üyesi, Muhammet Mursi ile görüştü. Ona dedi ki, İsrail ile Mısır arasında yapılan Camp Daved anlaşmasına sadık kal. Yoksa, yoksa para yardımı yapmayız.
Clington, İsrail’de, Simon Perez ile öpüştükten sonra, “Amerika tüm imkânlarını İran’ı engellemek için kullanacaktır” dedi.
Bu arada, Rus Dışişleri Bakanı Lavrof, Hilary Clington’un Rusya ve Çin için “Rusya ve Çin bedel ödemelidir.” İfadesini değerlendirdi. Clington için “edepsiz kadın” dedi. (Mafyalaşan Amerika diplomasisi için bu yakıştırma az bile)
“İran teslim olur mu” başlığına dönersek.
İran’a uygulanan ve gittikçe daraltılan petrol ambargosu sonuç verir mi? İran’da ikilik yaratabilir mi? İran’da Suriye’deki gibi örtülü savaş yürütülebilir mi?
Bu soruların hepsinin cevabının “hayır” olduğunu yaşayarak anladık. Zaten Amerika İran’da örtülü savaş yürütemediği için, yıllardır İran’ı ele geçiremedi. Ele geçirmek, ne demek? Kendi finans sitemini İran’a kabul ettirmek demektir. Aslında bu ele geçirme işine, demokrasi götürmek diyor. İran’a demokrasi götüremedi.
Peki de, İran neden bu kadar dayanıklıdır? Ve Amerika’ya biat etmemiştir.
Teslim olmamıştır da, aç mı, açık mı kalmıştır?
Nasıl olmuştur da, İran’ın düzen ve intizamına müdahale edilmesine bu kadar yüksek direnç gösterebiliyor?
Biz Kandil Dağına müdahale etmek için ABD’nin iznini almaya çalışırken, İran Hürmüz Boğazını kapatmaktan söz edebiliyor?
Söyleyelim.
İran’da NATO yok. NATO’ya bağlı, hükümetleri denetleyen, gizli Süper NATO, yani Gladyo yok. İran’da Gümrük Birliği yok. Avrupa Birliği yok. İMF yok. Dünya Bankası yok.
Her şeyden daha önemlisi, İran Devletinin başında RTE, Gül, Arınç yok.
Bağımsızlığın nimetlerini sıralayalım.
İran üçüncü nesil uçak üretmiştir.(Türkiye’ye, yerli otosunu yapmaya izin vermiyorlar.)
İran ABD’ye AİDS ilaçları satıyor. Bizim ilaç sanayimizi berhava ettiler.
İran füze üretmektedir. Amerika bize füze projesi vermemektedir.
İran ülkesindeki PEJAK’ı (İran PKK’sı) tamamen temizlemiştir.
Bizde ise, Beşir Atalay’ın dediği gibi; Amerika PKK meselesinin başından beri içindedir.
Türkiye’de muhalefeti de, iktidarı da Amerika belirlediği için, İran’ın yaptıklarının hiçbirini Türkiye yapamaz.
Bağımsızlık aştır, vatandır, teknolojidir, birliktir.
Önce bağımsızlık.
Amerika bizi teslim alınca, bizden istedikleri bitecek sananlar, özellikle Kemalizm’den kopup sosyal demokrat olanlar için, Libya ve Suriye sürpriz olmuştur. Amerika’nın eskiden kendisinin yürüttüğü örtülü savaşları, mevcut siyasi iktidar eli yürütülmesini istemektedir. Yani “uşaklık ettik, artık biraz rahat edelim” dediğinizde, Amerika yeni talepler ile gene geliyor. Yoksa sıcak para durur, diyor.
ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clington Ortadoğu ziyaretine çıktı. Nede olsa, BOP Projesinin asıl sahibi olması hasebiyle, projenin son durumunu yerinde incelemek üzere denetlemeler yapıyor. Mısır ve İsrail’e gitti. Davut’un oğlu ile “cak yapmaya” gelirdi ama bakalım.
Mısır’da devlet başkanlığı koltuğuna oturttukları, Müslüman Kardeşler örgütünün üyesi, Muhammet Mursi ile görüştü. Ona dedi ki, İsrail ile Mısır arasında yapılan Camp Daved anlaşmasına sadık kal. Yoksa, yoksa para yardımı yapmayız.
Clington, İsrail’de, Simon Perez ile öpüştükten sonra, “Amerika tüm imkânlarını İran’ı engellemek için kullanacaktır” dedi.
Bu arada, Rus Dışişleri Bakanı Lavrof, Hilary Clington’un Rusya ve Çin için “Rusya ve Çin bedel ödemelidir.” İfadesini değerlendirdi. Clington için “edepsiz kadın” dedi. (Mafyalaşan Amerika diplomasisi için bu yakıştırma az bile)
“İran teslim olur mu” başlığına dönersek.
İran’a uygulanan ve gittikçe daraltılan petrol ambargosu sonuç verir mi? İran’da ikilik yaratabilir mi? İran’da Suriye’deki gibi örtülü savaş yürütülebilir mi?
Bu soruların hepsinin cevabının “hayır” olduğunu yaşayarak anladık. Zaten Amerika İran’da örtülü savaş yürütemediği için, yıllardır İran’ı ele geçiremedi. Ele geçirmek, ne demek? Kendi finans sitemini İran’a kabul ettirmek demektir. Aslında bu ele geçirme işine, demokrasi götürmek diyor. İran’a demokrasi götüremedi.
Peki de, İran neden bu kadar dayanıklıdır? Ve Amerika’ya biat etmemiştir.
Teslim olmamıştır da, aç mı, açık mı kalmıştır?
Nasıl olmuştur da, İran’ın düzen ve intizamına müdahale edilmesine bu kadar yüksek direnç gösterebiliyor?
Biz Kandil Dağına müdahale etmek için ABD’nin iznini almaya çalışırken, İran Hürmüz Boğazını kapatmaktan söz edebiliyor?
Söyleyelim.
İran’da NATO yok. NATO’ya bağlı, hükümetleri denetleyen, gizli Süper NATO, yani Gladyo yok. İran’da Gümrük Birliği yok. Avrupa Birliği yok. İMF yok. Dünya Bankası yok.
Her şeyden daha önemlisi, İran Devletinin başında RTE, Gül, Arınç yok.
Bağımsızlığın nimetlerini sıralayalım.
İran üçüncü nesil uçak üretmiştir.(Türkiye’ye, yerli otosunu yapmaya izin vermiyorlar.)
İran ABD’ye AİDS ilaçları satıyor. Bizim ilaç sanayimizi berhava ettiler.
İran füze üretmektedir. Amerika bize füze projesi vermemektedir.
İran ülkesindeki PEJAK’ı (İran PKK’sı) tamamen temizlemiştir.
Bizde ise, Beşir Atalay’ın dediği gibi; Amerika PKK meselesinin başından beri içindedir.
Türkiye’de muhalefeti de, iktidarı da Amerika belirlediği için, İran’ın yaptıklarının hiçbirini Türkiye yapamaz.
Bağımsızlık aştır, vatandır, teknolojidir, birliktir.
Önce bağımsızlık.
MUTHIS ACI VEREN GERCEKLER;ULKEMIZ VE ORTADOGU ICIN YAPILAN INANILMAZ HAIN PROJELER!!!!!!!!!!
İçimizin yanacağı yıllar öncesinden belliydi.
ABD, AKP’yi iktidara getirme çalışmalarına başladığında bugünlere geleceğimizi anlamalıydık…
2002’nin galiba Ağustos ayı. Ankara Gazi Orduevinde askerler Kıbrıs için bir resepsiyon veriyor. Komutanların ve ABD Büyükelçiliği istihbarat sorumlusunun bulunduğu bir masadayım. (Hükümeti temsil için Başbakan Ecevit tarafından görevlendirilmiştim)
Konu Irak. ABD Irak’a girmek için bastırıyor. Ama rahmetli Ecevit, Türkiye’nin kullanılmasına izin vermiyor. Bir ara ABD istihbarat görevlisi olayların nereye varacağını ağzından kaçırıyor.
“Ecevit diye biri yok!” diyor…
Ecevit yok, çünkü plan yapılmış. Ecevit yok edilecek ve AKP başa getirilecek.
****
Yıl 2001. DSP’li bir grup milletvekili Kahramanmaraş’tayız. Nezaketen oradaki ticaret odasını ziyaret ediyoruz. Odanın iyi eğitim görmüş başkanı bize; “Boşuna uğraşmayın. ABD’nin Tayyip Erdoğan’ı başa getireceği anlaşılıyor. Çünkü buraya neredeyse her ay bir Amerikalı gelerek araştırma yapıyor ve Tayyip Erdoğan’a nasıl baktığımızı anlamaya çalışıyor. Anlaşılan Tayyip beyle ABD anlaşmış!” diyor.
****
Sonunda ABD, isteğini gerçekleştirdi. Ecevit’ten kurtuldu ve Tayyibine kavuştu.
****
AKP’nin Türkiye’nin başına gelmesiyle de ‘içimiz’ yanmaya başladı.
Önce hafif hafif yakarak, içimizi yangına alıştırmaya başladılar.
Baktılar ki, her yaptıklarından sonra biz sadece ‘içimiz yanıyor’ diyoruz, ateşi daha harlı yaktılar.
Biz ise ‘içimiz yanıyor’ diyerek mazoşistik yazıları sürdürdük…
*Ülkenin bütün öz kaynaklarını –babalar gibi- sattılar. İçimiz yandı.
*Cumhuriyetin kurumları bir bir yok edilirken, içimiz yandı.
*Yargı (tüm kurumlarıyla) hükümetin emrine girdi. İçimiz yandı.
*Ülkeyi koruma ve kollamakla görevli ordu ayaklar altına alındı. İçimiz yandı.
*Çağdaş eğitim yerine medrese eğitimini getiren düzenlemeler yaptılar ve uygulamaya başladılar. İçimiz yandı.
*Cumhuriyetin getirdiği çağdaş kültür yerine, bağnaz arap kültürünü egemen kılan düzenlemeler yaptılar. İçimiz yandı…
*Mustafa Kemal Atatürk’ü hem unutturma ve hem de itibarsızlaştırma harekatını dörtnala yürüttüler. İçimiz yandı…
Ve en sonunda da,
*Cumhuriyetin güçlü simgeleri olan bayramları ortadan kaldırdıklarını gördük…
Her zamanki gibi yaptığımız şey sadece ‘içimiz yanıyor’ diye yazı yazmak oldu.
****
Biri çıksa da, ‘içimiz yanıyor’ diyen bizlere ağzına geleni söylese…
Dese ki;
Atatürk Cumhuriyeti yok oluyor be adamlar! Siz ise sadece ‘içimiz yanıyor’ diye yazılar yazarak kendinizi tatmin ediyorsunuz…
Dese ki;
Hücrelerde, hem bedenleri ve hem de ruhları yakılmakta olan yurtseverler bıktılar artık sizin içinizin yanmasından…
Ya bırakın çeksinler çilelerini sessizce…
Ya da, ayağa kalkın hep birlikte adam gibi…
Ayağa kalkın, öyle göstermelik, içiniz yanıyormuş gibi değil. Teninize benzin dökülmüş de yanıyormuşçasına…
Cumhuriyeti yitirmenin acısı neymiş, görün ve gösterin herkese…
İçimizin yanacağı yıllar öncesinden belliydi.
ABD, AKP’yi iktidara getirme çalışmalarına başladığında bugünlere geleceğimizi anlamalıydık…
2002’nin galiba Ağustos ayı. Ankara Gazi Orduevinde askerler Kıbrıs için bir resepsiyon veriyor. Komutanların ve ABD Büyükelçiliği istihbarat sorumlusunun bulunduğu bir masadayım. (Hükümeti temsil için Başbakan Ecevit tarafından görevlendirilmiştim)
Konu Irak. ABD Irak’a girmek için bastırıyor. Ama rahmetli Ecevit, Türkiye’nin kullanılmasına izin vermiyor. Bir ara ABD istihbarat görevlisi olayların nereye varacağını ağzından kaçırıyor.
“Ecevit diye biri yok!” diyor…
Ecevit yok, çünkü plan yapılmış. Ecevit yok edilecek ve AKP başa getirilecek.
****
Yıl 2001. DSP’li bir grup milletvekili Kahramanmaraş’tayız. Nezaketen oradaki ticaret odasını ziyaret ediyoruz. Odanın iyi eğitim görmüş başkanı bize; “Boşuna uğraşmayın. ABD’nin Tayyip Erdoğan’ı başa getireceği anlaşılıyor. Çünkü buraya neredeyse her ay bir Amerikalı gelerek araştırma yapıyor ve Tayyip Erdoğan’a nasıl baktığımızı anlamaya çalışıyor. Anlaşılan Tayyip beyle ABD anlaşmış!” diyor.
****
Sonunda ABD, isteğini gerçekleştirdi. Ecevit’ten kurtuldu ve Tayyibine kavuştu.
****
AKP’nin Türkiye’nin başına gelmesiyle de ‘içimiz’ yanmaya başladı.
Önce hafif hafif yakarak, içimizi yangına alıştırmaya başladılar.
Baktılar ki, her yaptıklarından sonra biz sadece ‘içimiz yanıyor’ diyoruz, ateşi daha harlı yaktılar.
Biz ise ‘içimiz yanıyor’ diyerek mazoşistik yazıları sürdürdük…
*Ülkenin bütün öz kaynaklarını –babalar gibi- sattılar. İçimiz yandı.
*Cumhuriyetin kurumları bir bir yok edilirken, içimiz yandı.
*Yargı (tüm kurumlarıyla) hükümetin emrine girdi. İçimiz yandı.
*Ülkeyi koruma ve kollamakla görevli ordu ayaklar altına alındı. İçimiz yandı.
*Çağdaş eğitim yerine medrese eğitimini getiren düzenlemeler yaptılar ve uygulamaya başladılar. İçimiz yandı.
*Cumhuriyetin getirdiği çağdaş kültür yerine, bağnaz arap kültürünü egemen kılan düzenlemeler yaptılar. İçimiz yandı…
*Mustafa Kemal Atatürk’ü hem unutturma ve hem de itibarsızlaştırma harekatını dörtnala yürüttüler. İçimiz yandı…
Ve en sonunda da,
*Cumhuriyetin güçlü simgeleri olan bayramları ortadan kaldırdıklarını gördük…
Her zamanki gibi yaptığımız şey sadece ‘içimiz yanıyor’ diye yazı yazmak oldu.
****
Biri çıksa da, ‘içimiz yanıyor’ diyen bizlere ağzına geleni söylese…
Dese ki;
Atatürk Cumhuriyeti yok oluyor be adamlar! Siz ise sadece ‘içimiz yanıyor’ diye yazılar yazarak kendinizi tatmin ediyorsunuz…
Dese ki;
Hücrelerde, hem bedenleri ve hem de ruhları yakılmakta olan yurtseverler bıktılar artık sizin içinizin yanmasından…
Ya bırakın çeksinler çilelerini sessizce…
Ya da, ayağa kalkın hep birlikte adam gibi…
Ayağa kalkın, öyle göstermelik, içiniz yanıyormuş gibi değil. Teninize benzin dökülmüş de yanıyormuşçasına…
Cumhuriyeti yitirmenin acısı neymiş, görün ve gösterin herkese…
Adli yıl’ı beş yıldızlı otel’de açtıkları gün... Hâkim’lik savcı’lık sınavı sorularının araklandığı ortaya çıktı sayın seyirciler!
*
Yüksek yargı mensupları’na masaj yapan bali’li, tek kelime Türkçe bilmemesine rağmen 100 soruda 130 doğru çıkarırken... Resepsiyon’da çalışanlar tetkik hâkimliği’ne, havskiping’te görevli arkadaş, cumhuriyet başsavcılığı’na atandı. Mazbatalar açık büfe’den dağıtıld
ı.
*
Soruları sızdırılan kapesese’yi fotokopi gibi tıpatıp işaretleyen karı-koca’lar tesadüfüne yenileri eklendi sayın seyirciler... Kitapçıkları çalınan öğretmenlik sınavı’nda enişte-kayınço’lar birinciliği paylaşırken, şifre’li üniversite sınavında gelin-görümce’ler şampiyon oldu. Sonuçlara itiraz eden kaynana’lara, kamu bankalarına yerleşip dırdırı kesmeleri için, müfettişlik sınavı’nın cevapları servis edilirken... Büyüsün de badem olsun diye, şıkları önceden ezberletilerek anadolu lisesi sınavı’na sokulan çağla badem’in babası, sehven, emniyet müdürlüğü’nü kazandı.
*
Hâkim’lik sınavına giren avukat’ın genel cerrahi’yi kazanması üzerine, ha hâkim ha hekim, kitapçıklar karıştı heralde diyen öseyeme başkanı... Tıpta uzmanlık sınavı’na giren mübaşir’in merkez hakem komitesi’ni kazanmasının ise kendileri için bile sürpriz olduğunu söyledi.
*
Sınavları iptal edilen ortopedici’lerin geçici olarak kulak burun’a kaydırılacağını, zührevici’lerin kalp damar’a, gözcü’lerin kadın doğum’a, radyo’lojicilerin iletişim fakültelerine yerleştirileceğini ifade eden öseyeme başkanı... Küçük bi pürüz olduğunu, hâkim’lik sınavı iptal edildiği için, tıpta uzmanlık sınavı’nın akıbetine karar verecek olan hâkim’lerin yeniden avukat’lığa döndüğünü... Bu yüzden, tıpta uzmanlık sınavı’nın akıbetine kapesese’de sıfır çekmesine rağmen öğretmen olmaya hak kazananların karar vereceğini... Ancak, şaibeli kapesese’nin de iptal edilmesi an meselesi olduğu için, tıpta uzmanlık sınavı’nın iptalinden vazgeçilebileceğini... Böylece, geçici olarak kulak burun’a kaydırılan ortopedici’lerin zührevi’ye, kalp damarcı’ların estetik cerrahi’ye, kadın doğumcu’ların ortopedi’ye, radyo’lojicilerin spiker olarak terete’ye geçebileceğini... İlkokula beş yaşında başlamadığı tespit edilen proföser’lerin geri zekâlı oldukları için görevden alınacağını... Profesör’lerin ihanet içindeki anaları hakkında, laikçi oldukları için suç duyurusunda bulunulacağını, babaları hakkında da pekaka’lı oldukları gerekçesiyle gıyabi tutuklama kararı çıkarılacağını açıkladı.
*
Makara bi yana...
*
Eğitime dair rezaletlerin peşpeşe ayyuka çıktığı, ahlaksızlığın daniskasının yaşandığı ülkede, dört artı dört dört’lük müfredata “iffet dersi” koymuşlar iyi mi !
---------------------------------------------------------------------------------------
ya arkadaş nereye kadar... tamam biyerlere kendi adamlarını yerleştirme her dönemde olmuşturda bunu bütün sınavlara bi şekilde entegre etmek nedir ya. ülkede ne kadar yalaka var belli mevkilere gelecek. nasıl bir gelecek bizi bekliyor merak ediyorum.
*
Yüksek yargı mensupları’na masaj yapan bali’li, tek kelime Türkçe bilmemesine rağmen 100 soruda 130 doğru çıkarırken... Resepsiyon’da çalışanlar tetkik hâkimliği’ne, havskiping’te görevli arkadaş, cumhuriyet başsavcılığı’na atandı. Mazbatalar açık büfe’den dağıtıld
ı.
*
Soruları sızdırılan kapesese’yi fotokopi gibi tıpatıp işaretleyen karı-koca’lar tesadüfüne yenileri eklendi sayın seyirciler... Kitapçıkları çalınan öğretmenlik sınavı’nda enişte-kayınço’lar birinciliği paylaşırken, şifre’li üniversite sınavında gelin-görümce’ler şampiyon oldu. Sonuçlara itiraz eden kaynana’lara, kamu bankalarına yerleşip dırdırı kesmeleri için, müfettişlik sınavı’nın cevapları servis edilirken... Büyüsün de badem olsun diye, şıkları önceden ezberletilerek anadolu lisesi sınavı’na sokulan çağla badem’in babası, sehven, emniyet müdürlüğü’nü kazandı.
*
Hâkim’lik sınavına giren avukat’ın genel cerrahi’yi kazanması üzerine, ha hâkim ha hekim, kitapçıklar karıştı heralde diyen öseyeme başkanı... Tıpta uzmanlık sınavı’na giren mübaşir’in merkez hakem komitesi’ni kazanmasının ise kendileri için bile sürpriz olduğunu söyledi.
*
Sınavları iptal edilen ortopedici’lerin geçici olarak kulak burun’a kaydırılacağını, zührevici’lerin kalp damar’a, gözcü’lerin kadın doğum’a, radyo’lojicilerin iletişim fakültelerine yerleştirileceğini ifade eden öseyeme başkanı... Küçük bi pürüz olduğunu, hâkim’lik sınavı iptal edildiği için, tıpta uzmanlık sınavı’nın akıbetine karar verecek olan hâkim’lerin yeniden avukat’lığa döndüğünü... Bu yüzden, tıpta uzmanlık sınavı’nın akıbetine kapesese’de sıfır çekmesine rağmen öğretmen olmaya hak kazananların karar vereceğini... Ancak, şaibeli kapesese’nin de iptal edilmesi an meselesi olduğu için, tıpta uzmanlık sınavı’nın iptalinden vazgeçilebileceğini... Böylece, geçici olarak kulak burun’a kaydırılan ortopedici’lerin zührevi’ye, kalp damarcı’ların estetik cerrahi’ye, kadın doğumcu’ların ortopedi’ye, radyo’lojicilerin spiker olarak terete’ye geçebileceğini... İlkokula beş yaşında başlamadığı tespit edilen proföser’lerin geri zekâlı oldukları için görevden alınacağını... Profesör’lerin ihanet içindeki anaları hakkında, laikçi oldukları için suç duyurusunda bulunulacağını, babaları hakkında da pekaka’lı oldukları gerekçesiyle gıyabi tutuklama kararı çıkarılacağını açıkladı.
*
Makara bi yana...
*
Eğitime dair rezaletlerin peşpeşe ayyuka çıktığı, ahlaksızlığın daniskasının yaşandığı ülkede, dört artı dört dört’lük müfredata “iffet dersi” koymuşlar iyi mi !
---------------------------------------------------------------------------------------
ya arkadaş nereye kadar... tamam biyerlere kendi adamlarını yerleştirme her dönemde olmuşturda bunu bütün sınavlara bi şekilde entegre etmek nedir ya. ülkede ne kadar yalaka var belli mevkilere gelecek. nasıl bir gelecek bizi bekliyor merak ediyorum.
Sultanın Rektörleri...
En az oy alanları rektör yaptılar...
Birisi bir oy aldı...
Seçildi...
Böylece kendi tek oyuyla seçilen ilk ‘seçilmiş’ oldu...
*
AKP belediye başkanıydı...
Zümrüt Apartmanı’nın çöküp 92 kişiye mezar olmasından sonra yargılanıp tazminata mahkûm oldu; belediyenin binasına, kamyonuna haciz geldi...
Baktılar bu işi biliyor...
Sabahattin Zaim Üniversitesi’ne rektör yaptılar...
*
Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü...
Mimari olarak; Müslümana kubbeden miğfer, camiden süngü yapan Başbakan’a fahri doktora unvanı verdi...
Bir de “T cetveli” hediye etti...
Üzerinde “Teşriflerinden dolayı şükranlarımızı sunarız” yazılı...
Böylece ölçüyü kaçırmakta kullanılan yeryüzünün ilk “T cetveli”nin yaratıcısı oldu...
*
Hacettepe Üniversitesi Rektörü...
Üniversitenin girişinde yıllardır bir taş sembol var, üzerinde “Tek kitabı olan insandan korkarım” yazılı...
Thomas Aquinas’ın sözü...
Başka kitap okumayan, bağnaz, tutucu insanlardan korkulması gerektiğini anlatan ünlü bir söz...
Rektörün canı sıkıldı her gördüğünde, Başbakan geldiğinde gözüne ilişirse hani...
Yıkıp kaldıramadı da...
O da yazının önüne lükstrüm ektirdi ki kapatsın...
Su gübre, su gübre...
Lükstrümler büyüdü tam yazıyı kapattı ki...
Gece birisi gelip makasla güzelce budadı...
Şimdi yine; su gübre, su gübre...
*
41 rektör buraya sığmaz, neler var...
*
Bu rektörler işte...
Coplanan, gazlanan, dayak atılan, evlerinden alınıp götürülen, yargılanan öğrencileri yerine, Başbakan’ı destekleyen bildiri yayımladılar...
Eğitim yıkıldı, yargı bitti, demokrasi çöktü, Cumhuriyet gitti, seslerini çıkaramadılar...
2700 öğrencisi hapishanelerde, ağızlarını açmadılar...
3000 polisle, gazla, copla, dayakla, tekmeyle ODTÜ’ye girdiler, öğrenciler sabah karanlığında evlerinden toplatıldı, o zaman kızdılar işte...
Ama öğrencilere...
*
Sultanın rektörleri ne de olsa...
BEKİR COŞKUN / CUMHURİYET
En az oy alanları rektör yaptılar...
Birisi bir oy aldı...
Seçildi...
Böylece kendi tek oyuyla seçilen ilk ‘seçilmiş’ oldu...
*
AKP belediye başkanıydı...
Zümrüt Apartmanı’nın çöküp 92 kişiye mezar olmasından sonra yargılanıp tazminata mahkûm oldu; belediyenin binasına, kamyonuna haciz geldi...
Baktılar bu işi biliyor...
Sabahattin Zaim Üniversitesi’ne rektör yaptılar...
*
Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü...
Mimari olarak; Müslümana kubbeden miğfer, camiden süngü yapan Başbakan’a fahri doktora unvanı verdi...
Bir de “T cetveli” hediye etti...
Üzerinde “Teşriflerinden dolayı şükranlarımızı sunarız” yazılı...
Böylece ölçüyü kaçırmakta kullanılan yeryüzünün ilk “T cetveli”nin yaratıcısı oldu...
*
Hacettepe Üniversitesi Rektörü...
Üniversitenin girişinde yıllardır bir taş sembol var, üzerinde “Tek kitabı olan insandan korkarım” yazılı...
Thomas Aquinas’ın sözü...
Başka kitap okumayan, bağnaz, tutucu insanlardan korkulması gerektiğini anlatan ünlü bir söz...
Rektörün canı sıkıldı her gördüğünde, Başbakan geldiğinde gözüne ilişirse hani...
Yıkıp kaldıramadı da...
O da yazının önüne lükstrüm ektirdi ki kapatsın...
Su gübre, su gübre...
Lükstrümler büyüdü tam yazıyı kapattı ki...
Gece birisi gelip makasla güzelce budadı...
Şimdi yine; su gübre, su gübre...
*
41 rektör buraya sığmaz, neler var...
*
Bu rektörler işte...
Coplanan, gazlanan, dayak atılan, evlerinden alınıp götürülen, yargılanan öğrencileri yerine, Başbakan’ı destekleyen bildiri yayımladılar...
Eğitim yıkıldı, yargı bitti, demokrasi çöktü, Cumhuriyet gitti, seslerini çıkaramadılar...
2700 öğrencisi hapishanelerde, ağızlarını açmadılar...
3000 polisle, gazla, copla, dayakla, tekmeyle ODTÜ’ye girdiler, öğrenciler sabah karanlığında evlerinden toplatıldı, o zaman kızdılar işte...
Ama öğrencilere...
*
Sultanın rektörleri ne de olsa...
BEKİR COŞKUN / CUMHURİYET
Abant İzzet Baysal Üniversitesi rektörü, ziyarete gelen RTE'yi karşılamaması nedeniyle, bir sonraki seçimlerde en çok oyu almasına rağmen, yerini intihal davaları devam eden birine bıraktı.