Subpage under development, new version coming soon!
Subject: Köşe Yazıları
Arslan Bulut Biryantin Spor 2 olacak Demedi Demeyin ;)
XFs to
gsigos [del]
Sizden olmayana yalamış, yalpak sizden olana oo adamsın :) Ne güzel dünya
gsigos [del] to
XFs
Ne alakası var ?
En baştan beri destekleyene lafım yok.
Yiğit Bulut gibi, Şafak Sezer gibi insanlar yalamış oluyor ;)
Tam tersi tarafa dönen olursa o da aynısı olur.
En baştan beri destekleyene lafım yok.
Yiğit Bulut gibi, Şafak Sezer gibi insanlar yalamış oluyor ;)
Tam tersi tarafa dönen olursa o da aynısı olur.
PUVVV ÇOK SERT OLMUŞ...
Bilboardlardaki resimlerine baktım; güya “kudretli” görünesin diye en çılgın bakışlı fotoğraflarını seçmişler.
Kontrolsüz bir adrenalin ile geldiği yeri hazmedemeyişi harmanlayan deli bakışları.
Ne yapsan olmuyor.
Kültürsüzlüğün, görgüsüzlüğün, basitliğin, açlığın her şeyin önüne geçiyor.
Sadece çalma, çırpmaya, vebal almaya işleyen kıt aklın bile durup durup sana “Saygı görmüyorsun, sende bir şeyler eksik” diye fısıldıyor.
Bu fısıltıyı duydukça iyice kontrolden çıkıyorsun. “Bana saygı duyun, önümde eğilin. Eteklerimi öpün” diye tepiniyorsun ama olmuyor.
Olmuyor işte.
En yakınındakiler bile senin iflah olmaz kifayetsizliğine, insanlıktan çıkmış öfkene, Allah'a şirk koşma noktasına gelmiş kibrine dayanamıyorlar. En uyanıklar ile kullanım tarihinin tamamen sona gelmesini bekleyenler kaldı sadece çevrende. Bir de bir delinin gölgesi ardında kirli oyunlarını yürütenler.
Boşsun, bomboşsun. Bir genelev fedaisi kadar ruhsuz ve hoyratsın. Kabadayılığın da hikâye, dobralığında yalan, “delikanlılığın” da naylon. Hak, hakkaniyet, adalet, merhamet gibi kavramlar kapından bile geçmemiş.
Alım-satım ustalığından, ticari uyanıklıktan dem vurarak örtmeye çalışıyorsun bu büyük eksikliğin üzerini.
Sahi kimsin sen?
Hep aynı yerden servis edilen üç adet gençlik, çocukluk ve askerlik fotoğrafından başka neden görüntün yok senin?
Hangi okulları bitirdin, kimlerle aynı sıralarda oturdun? İlkokul öğretmenin kim?
Neden bir kişi bile çıkıp seninle ilgili bir tek anısını anlatmıyor?
Seda Sayan'ın bile mahalle yıllarından bir fotoğraf çıkıp geliyor da, senin geçmişin neden bu kadar sis perdelerinin ardında gizli?
“Olmayan” biri misin yoksa sen; laboratuarda mı imal edildin?
Hangi merkezlerde programlandı hastalıklı beynin?
Bütün değerlerden neden bu kadar yoksunsun; en kutsal kavramların içini boşaltmada nasıl bu kadar maharetlisin?
Hurafe, iftira, şirret ve cehaletten beslenen dilin; hırstan ve doymamışlıktan ibaret kişiliğin, bir ağaç kovuğundan başka hiçbir şey olmayan fani bedeninle tarihin onurlu sayfalarında yer almaya soyunma cesaretini nereden buldun.
Duyduk ki şimdi de “padişahçılık” oynuyormuşsun.
Şah oldun, sıra şahbaz olmaya geldi.
Her mevki ve makamı tattın, geriye “padişahlık” kaldı öyle mi?
Senin montaj ürünü kimlik ve bedeninden kuşkusuz bir Fatih, bir Yavuz, bir Kanuni olmaz ama Deli İbrahim-Vahdettin karışımı bir kukla, pekâlâ olabilir.
Seni bütün bu defolarınla sahnede tutanların işine fazlasıyla yarar böyle acınası bir bez bebek.
Esiyorsun, gürlüyorsun, tepiniyorsun. Pazarcı gibi tiz çığlıklar atıyorsun. Deli bakışlarını devire devire, boyun damarlarını şişire şişire höykürüyorsun. İyi de sen ne istiyorsun?
Karun oldun. Çocukların ülkedeki simit tablalarından bile haraç alıyor, gudubet karın ipek kumaşlara, paha biçilmez mücevherlere büründü.
Şakşakçıların ceylan derisi koltuklarda basen büyütüyor. Bu kadarı da olmaz ki diyen kim varsa işinden aşından ettin, zindanlara attın, ailelerini açlığa mahkûm ettin.
Gencecik üniversite mezunları işsizlikten intihar ediyor.
Doktorlar, öğretmenler, polisler, subaylar açlık sınırında yaşıyor; emekliler pazarlardan sebze artığı topluyor.
Sen hâlâ üstündeki pahalı elbiselerin, özel yapım som altın kol saatin, ipek kravatınla karşımıza geçip kusuyorsun da kusuyorsun.
Kime bu kinin?
Nereye doğru gittiğini bir gün olsun düşündün mü?
Olmayan vicdanınla bir gün olsun kendine “Acaba biraz ileri mi gidiyorum” diye sordun mu?
İtikadın da yalan biliyoruz.
Ama bir gün olsun “Ya hesap günü varsa” diye endişelendiğin oldu mu?
Evet var. Hesap günü var. Ve sanki bu saldırganlığın, bu doymazlığın, tamah etmez azmışlığın, O hesap gününü biraz daha yaklaştırıyor.
Artık Allah’ın gözüne batıyorsun birader!
Fazla parazit yapıyorsun, ortalığı hacminden fazla kirletiyorsun. Elde ettiklerinle şükür etmeyi, biraz da başkalarını düşünmeyi başaramadın. Böyle bir kapasiten yok çünkü.
Dünyaya yemeye, içmeye, dışkılamaya, kin ve nefret aşılamaya gelmişlerdensin.
Üste bir de kibir yapıyorsun, işte bu hiç çekilmiyor...
Senin sonunu da bu yamyam kibrin getirecek !
Fatma Sibel YÜKSEK
Bilboardlardaki resimlerine baktım; güya “kudretli” görünesin diye en çılgın bakışlı fotoğraflarını seçmişler.
Kontrolsüz bir adrenalin ile geldiği yeri hazmedemeyişi harmanlayan deli bakışları.
Ne yapsan olmuyor.
Kültürsüzlüğün, görgüsüzlüğün, basitliğin, açlığın her şeyin önüne geçiyor.
Sadece çalma, çırpmaya, vebal almaya işleyen kıt aklın bile durup durup sana “Saygı görmüyorsun, sende bir şeyler eksik” diye fısıldıyor.
Bu fısıltıyı duydukça iyice kontrolden çıkıyorsun. “Bana saygı duyun, önümde eğilin. Eteklerimi öpün” diye tepiniyorsun ama olmuyor.
Olmuyor işte.
En yakınındakiler bile senin iflah olmaz kifayetsizliğine, insanlıktan çıkmış öfkene, Allah'a şirk koşma noktasına gelmiş kibrine dayanamıyorlar. En uyanıklar ile kullanım tarihinin tamamen sona gelmesini bekleyenler kaldı sadece çevrende. Bir de bir delinin gölgesi ardında kirli oyunlarını yürütenler.
Boşsun, bomboşsun. Bir genelev fedaisi kadar ruhsuz ve hoyratsın. Kabadayılığın da hikâye, dobralığında yalan, “delikanlılığın” da naylon. Hak, hakkaniyet, adalet, merhamet gibi kavramlar kapından bile geçmemiş.
Alım-satım ustalığından, ticari uyanıklıktan dem vurarak örtmeye çalışıyorsun bu büyük eksikliğin üzerini.
Sahi kimsin sen?
Hep aynı yerden servis edilen üç adet gençlik, çocukluk ve askerlik fotoğrafından başka neden görüntün yok senin?
Hangi okulları bitirdin, kimlerle aynı sıralarda oturdun? İlkokul öğretmenin kim?
Neden bir kişi bile çıkıp seninle ilgili bir tek anısını anlatmıyor?
Seda Sayan'ın bile mahalle yıllarından bir fotoğraf çıkıp geliyor da, senin geçmişin neden bu kadar sis perdelerinin ardında gizli?
“Olmayan” biri misin yoksa sen; laboratuarda mı imal edildin?
Hangi merkezlerde programlandı hastalıklı beynin?
Bütün değerlerden neden bu kadar yoksunsun; en kutsal kavramların içini boşaltmada nasıl bu kadar maharetlisin?
Hurafe, iftira, şirret ve cehaletten beslenen dilin; hırstan ve doymamışlıktan ibaret kişiliğin, bir ağaç kovuğundan başka hiçbir şey olmayan fani bedeninle tarihin onurlu sayfalarında yer almaya soyunma cesaretini nereden buldun.
Duyduk ki şimdi de “padişahçılık” oynuyormuşsun.
Şah oldun, sıra şahbaz olmaya geldi.
Her mevki ve makamı tattın, geriye “padişahlık” kaldı öyle mi?
Senin montaj ürünü kimlik ve bedeninden kuşkusuz bir Fatih, bir Yavuz, bir Kanuni olmaz ama Deli İbrahim-Vahdettin karışımı bir kukla, pekâlâ olabilir.
Seni bütün bu defolarınla sahnede tutanların işine fazlasıyla yarar böyle acınası bir bez bebek.
Esiyorsun, gürlüyorsun, tepiniyorsun. Pazarcı gibi tiz çığlıklar atıyorsun. Deli bakışlarını devire devire, boyun damarlarını şişire şişire höykürüyorsun. İyi de sen ne istiyorsun?
Karun oldun. Çocukların ülkedeki simit tablalarından bile haraç alıyor, gudubet karın ipek kumaşlara, paha biçilmez mücevherlere büründü.
Şakşakçıların ceylan derisi koltuklarda basen büyütüyor. Bu kadarı da olmaz ki diyen kim varsa işinden aşından ettin, zindanlara attın, ailelerini açlığa mahkûm ettin.
Gencecik üniversite mezunları işsizlikten intihar ediyor.
Doktorlar, öğretmenler, polisler, subaylar açlık sınırında yaşıyor; emekliler pazarlardan sebze artığı topluyor.
Sen hâlâ üstündeki pahalı elbiselerin, özel yapım som altın kol saatin, ipek kravatınla karşımıza geçip kusuyorsun da kusuyorsun.
Kime bu kinin?
Nereye doğru gittiğini bir gün olsun düşündün mü?
Olmayan vicdanınla bir gün olsun kendine “Acaba biraz ileri mi gidiyorum” diye sordun mu?
İtikadın da yalan biliyoruz.
Ama bir gün olsun “Ya hesap günü varsa” diye endişelendiğin oldu mu?
Evet var. Hesap günü var. Ve sanki bu saldırganlığın, bu doymazlığın, tamah etmez azmışlığın, O hesap gününü biraz daha yaklaştırıyor.
Artık Allah’ın gözüne batıyorsun birader!
Fazla parazit yapıyorsun, ortalığı hacminden fazla kirletiyorsun. Elde ettiklerinle şükür etmeyi, biraz da başkalarını düşünmeyi başaramadın. Böyle bir kapasiten yok çünkü.
Dünyaya yemeye, içmeye, dışkılamaya, kin ve nefret aşılamaya gelmişlerdensin.
Üste bir de kibir yapıyorsun, işte bu hiç çekilmiyor...
Senin sonunu da bu yamyam kibrin getirecek !
Fatma Sibel YÜKSEK
Savaş uçağı üretmek
Pek astronomiyle ilgili olmasa da, konu hakkında uzun zamandır yazmak istiyordum: Bize, Türkiye'ye özgür birşey vardır bilirsiniz; hemen her konuyu "milli gurur" sayar, yapılan en basit bilimsel atağı bile bizden gelmiş ise; "müthiş türk xxx yaptı" manşetiyle duyurmayı severiz. Son günlerin ballandıra ballandıra anlatılan ve çok büyük birşeymiş gibi ortaya konulan "projesi" de "milli helikopter" ve "milli uçak".
Şunu belirtelim ki; bir ülkenin "kendi malı" uçak veya helikopter yapması, parayla pulla ilgili bir konu değildir. En fakir ülke de gerekli insan altyapısına sahipse, uygun parnerlerle işbirliğine giderek kendi hava araçlarını üretebilir.
Bu fotoğrafını gördüğünüz savaş uçağı; tümüyle Pakistan malı olan FJ 17 Thunder. Evet, ülkemizden bakıldığında son derece ezik ve geri kalmış bir ülke olarak görülen ve gösterilen Pakistan'ın kendi imkanlarıyla ürettiği ve 2007'den beri kullandığı "yerli" bir savaş uçağı var.
Üstelik dandik bir uçak da değil bu; bizim çok meşhur F-16'larımızla kapışacak kalitede 4. nesil bir savaş jeti. Nasıl mı yaptı? Çin ile teknolojik işbirliğine gitti ve bu uçağı imal etti. İslam ülkeleri de sıraya girmiş durumdalar satın almak için.
Dahası var, bu fakir Pakistan, son derece gözde bir eğitim ve hafif saldırı jeti olan Hongdu JL-8'in de 1990'dan beri üretimini yapıp satıyor. Biz burada pervanesini bile yurt dışından getirttiğimiz bir pervaneli uçak yaptık diye gerim gerim gerinirken, o ezik gördüğümüz Pakistan 1981 yılında çok benzer bir uçağı MFI-17 Mushshak adı altında üretmişti ve bugün de üretmeye devam ediyor.
Sadece Pakistan ile sınırlı değil elbette uçak ve hava araçları üretimi. Yine Dünya'nın en fakir ülkelerinden biri olan Kolombiya'nın "kendine ait" ürettiği uçak ve helikopter modelleri Kolombiya'dan Arjantin'e yol olur.
Çoğunuzun Çek Cumhuriye'tinin gezegenin en önemli uçak üreticilerinden biri olduğundan haberi yoktur eminim. Oysa, günümüz ordularının önemli bir kısmı eğitim ve savaş jeti olarak L-39 Albatros ve L-59 Super Albatros uçaklarını kullanır. Çek Cumhuriyeti ne mi? Avrupadaki sıradan, kimsenin tınlamadığı ülkelerden biri. Savaş uçağı ürettiği için süper güç falan olmadı, tıpkı Pakistan gibi.
Bunlar gibi; Meksika, Brezilya, Filipinler, Polonya gibi ülkeler de kendi uçak ve helikopterlerini, kendi tasarımlarıyla ve yerli imkanlarıyla üretirler. Hatta yine bizim için sıradan bir ülke olarak görülen ve gösterilen İsveç'in tüm hava kuvvetleri, motorundan kaportasındaki civatasına kadar İsveç malı olan Jas-39 Gripen uçaklanından oluşur. Bu uçak öylesine başarılıdır ki, Avrupa Birliği'nin ortak yeni nesil savaş uçağı olan Eurofighter tasarlanırken temel olarak alınmıştır.
Kısa keseyim; uçak yapmak, üretmek ve satmak para vs konusu değildir. Eğer istiyorsanız, yaparsınız. Satamazsanız kendiniz kullanırsınız. Ama her ne olursa olsun, bir ülke uçak yapmaya karar vermişse; yapar. Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok; bir uçağın nasıl yapılacağını bilmeyen mi kaldı?
Pek astronomiyle ilgili olmasa da, konu hakkında uzun zamandır yazmak istiyordum: Bize, Türkiye'ye özgür birşey vardır bilirsiniz; hemen her konuyu "milli gurur" sayar, yapılan en basit bilimsel atağı bile bizden gelmiş ise; "müthiş türk xxx yaptı" manşetiyle duyurmayı severiz. Son günlerin ballandıra ballandıra anlatılan ve çok büyük birşeymiş gibi ortaya konulan "projesi" de "milli helikopter" ve "milli uçak".
Şunu belirtelim ki; bir ülkenin "kendi malı" uçak veya helikopter yapması, parayla pulla ilgili bir konu değildir. En fakir ülke de gerekli insan altyapısına sahipse, uygun parnerlerle işbirliğine giderek kendi hava araçlarını üretebilir.
Bu fotoğrafını gördüğünüz savaş uçağı; tümüyle Pakistan malı olan FJ 17 Thunder. Evet, ülkemizden bakıldığında son derece ezik ve geri kalmış bir ülke olarak görülen ve gösterilen Pakistan'ın kendi imkanlarıyla ürettiği ve 2007'den beri kullandığı "yerli" bir savaş uçağı var.
Üstelik dandik bir uçak da değil bu; bizim çok meşhur F-16'larımızla kapışacak kalitede 4. nesil bir savaş jeti. Nasıl mı yaptı? Çin ile teknolojik işbirliğine gitti ve bu uçağı imal etti. İslam ülkeleri de sıraya girmiş durumdalar satın almak için.
Dahası var, bu fakir Pakistan, son derece gözde bir eğitim ve hafif saldırı jeti olan Hongdu JL-8'in de 1990'dan beri üretimini yapıp satıyor. Biz burada pervanesini bile yurt dışından getirttiğimiz bir pervaneli uçak yaptık diye gerim gerim gerinirken, o ezik gördüğümüz Pakistan 1981 yılında çok benzer bir uçağı MFI-17 Mushshak adı altında üretmişti ve bugün de üretmeye devam ediyor.
Sadece Pakistan ile sınırlı değil elbette uçak ve hava araçları üretimi. Yine Dünya'nın en fakir ülkelerinden biri olan Kolombiya'nın "kendine ait" ürettiği uçak ve helikopter modelleri Kolombiya'dan Arjantin'e yol olur.
Çoğunuzun Çek Cumhuriye'tinin gezegenin en önemli uçak üreticilerinden biri olduğundan haberi yoktur eminim. Oysa, günümüz ordularının önemli bir kısmı eğitim ve savaş jeti olarak L-39 Albatros ve L-59 Super Albatros uçaklarını kullanır. Çek Cumhuriyeti ne mi? Avrupadaki sıradan, kimsenin tınlamadığı ülkelerden biri. Savaş uçağı ürettiği için süper güç falan olmadı, tıpkı Pakistan gibi.
Bunlar gibi; Meksika, Brezilya, Filipinler, Polonya gibi ülkeler de kendi uçak ve helikopterlerini, kendi tasarımlarıyla ve yerli imkanlarıyla üretirler. Hatta yine bizim için sıradan bir ülke olarak görülen ve gösterilen İsveç'in tüm hava kuvvetleri, motorundan kaportasındaki civatasına kadar İsveç malı olan Jas-39 Gripen uçaklanından oluşur. Bu uçak öylesine başarılıdır ki, Avrupa Birliği'nin ortak yeni nesil savaş uçağı olan Eurofighter tasarlanırken temel olarak alınmıştır.
Kısa keseyim; uçak yapmak, üretmek ve satmak para vs konusu değildir. Eğer istiyorsanız, yaparsınız. Satamazsanız kendiniz kullanırsınız. Ama her ne olursa olsun, bir ülke uçak yapmaya karar vermişse; yapar. Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok; bir uçağın nasıl yapılacağını bilmeyen mi kaldı?
ALİ AKÇA:Yazıya, çocukların ekmek alıp evlerine dönerken kurşun, biber gazı değil, ekmeğin ucunu yiyerek döndüğü MUTLU bir ülke istiyorum. MEKANIN CENNET OLSUN BERKİN, temennisiyle
başlamak istedim. Elbette ki her ölüm sevimsizdir; üzücüdür.
En acımasız canilerin, bebek katillerinin "barış elçisi" haline
geldiği günlerde istiyoruz ki; ne sokak eylemlerinde GERÇEK TÜRK polisine taşlı sopalı saldırı olsun, ne de sokakta ölümler olsun..
Oysa ki eylemlerde kişilere gazla, plastik mermi ile yakından
hedef gözeterek saldırmak nasıl bir kabahatse; bir hukuk devletinde düzmece delillerle hayatlar karatılarak Silivri, Hasdal, Mamak ve diğer zindan ve TOPLAMA KAMPLARINDA ESİR EDİLEN TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN ŞEREFLİ MENSUPLARINA yapılanlarla, ŞEHİTLERE SAHİP ÇIKMAMAK da yanlış idi. Demokratik her
eylemin yanındayız, hakkını demokratik yöntemlerle arayan
herkesin hakkına saygı duyarız. Ancak sokak terörü ve şiddet uygulayarak yakıp yıkan eşkiya güruhuna da asla prim verilmemelidir.Demokratik taleplerle meydana çıkan vatandaşlar, kamu mallarını yakıp yıkarak “ülke severliklerini” gösteren, dükkanları yakıp yıkıp yağmalayarak “emekten yana” duruşlarını sergileyenlerin oyununa gelmemelidirler. Her türlü sağduyulu yaklaşıma rağmen şiddet isteyen, kan içmek isteyen azgın provokatörler, kimi zaman etnik yapılanmaları da işin içine
katarak kandırdıkları masum-mazlum göstericileri kullanmaktadır, Güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanarak olayları engelleme çabası hatalıdır. Olayları yatıştırmak üzere kullanılan siyaset dili de hatalı olabilir. Ama bunların bahane edilerek ülkemizi kaos ortamına sürükleme çabalarına da başta bizim gibi VATAN SEVDALILARI olmak üzere sağduyulu TÜRK MİLLETİ izin vermeyecektir. Kaostan, çatışmalardan beslenen bir iktidar karşımızda. “Öfke ve nefret” bu ülkenin Başbakan’ın ülkeyi yönetme biçimi. Ve tabii emrindekilerin de. Türlü rüşvet ve yolsuzluğun göbeğindeki Bakan çocuklarının
kısa sürede serbest bırakılması karşısında “adalet yerini buldu” demesinin, Bilal oğlanı dokunulmazlık zırhı arkasında saklamasının da hesabı sorulacak bir gün. Yolsuzlukların üstünü örtmek için “kin ve nefret” söylemine bel bağlamanın da... Emin olun... Kara kaşları, kömür gözleri ile sonsuzluğa uğurlağımız Berkin’in bize emaneti ekmek ve umut. Zaten elimizde başka şey de kalmadı... Kürt, Türk, Sünni, Alevi, dinci, laik, Fenerli, GS’li, liberal, ulusalcı diye bölündük durduk... Keşke dürüst-hilekâr, namuslu-hırsız ,vatansever-hain diye bölünebilseydik.... Demokratik hak aramak üzere meydanda olan ile provokatif amaçlarla meydanda olanlar ayırd edilmeli, güvenlik tedbirleri konusunda gereken yapılmalıdır.Merhum Berkin'in cenazesine katılanlar ile katılmayanlar arasına kin sokmaya çalışanlar var. Ne yazık ki onların ekmeğine yağ süren bilinçsiz ve gerçekleri görmeyen kişiler var aramızda.. Siz karşılıklı taraflar değilsiniz. Siz aynı taraftasınız. Asıl karşı taraf ise, Malazgirt’te, Mohaç’ta, Çanakkale’de, İstiklal Harbinde karşınıza çıkanlar.. Sizi Afrika’dan, Kafkasya’dan, Balkanlar’dan söküp sürenler ,PKK başta olmak üzere teröre destek verenler Asıl düşmanlar onlar.. Şimdi herkes taraf. Nerden taraf? Kimse ümitle bekleyen, gelecekte Güçlü Türkiye idealine inanmış, bunu öğütlemiş, evlatlarına bu ruhu vermiş Anadolu Anasından taraf değil.
Kimse dağlarda bitlenmiş yarı aç bekleyen, şehit olmuş kahraman Mehmetçiğin yetimlerinden taraf değil.
Kimse ülkede sosyal adalet olsun, refah olsun, ülke gelişsin gibi bir kaygıdan yana değil.
Kimse ortak ve büyük düşmana karşı omuz omuza olmaktan yana değil. .Bu durumdan yararlanmak isteyen, Başta gizli kapaklı dolaplar çeviren , rant vampiri konumunda olan , açılım zırvasıyla PKK nın ekmeğine yağ süren AKP ve antidemokratik süreçlere payandalık eden bu güruh, eski alışkanlıkları ile derhal harekete geçmiş, demokratik eylemlerini sokak terörü ile birleştirmekten imtina etmemişlerdir.KAOS dan nemalanan kendi ideolojik saplantılarını meydanlardaki halkın demokratik çabalarının arkasına gizlemek isteyen kimi sendikalar ve sivil toplum örgütleri de, bulanık suda balık avlama çabası içine girmişlerdir.
başlamak istedim. Elbette ki her ölüm sevimsizdir; üzücüdür.
En acımasız canilerin, bebek katillerinin "barış elçisi" haline
geldiği günlerde istiyoruz ki; ne sokak eylemlerinde GERÇEK TÜRK polisine taşlı sopalı saldırı olsun, ne de sokakta ölümler olsun..
Oysa ki eylemlerde kişilere gazla, plastik mermi ile yakından
hedef gözeterek saldırmak nasıl bir kabahatse; bir hukuk devletinde düzmece delillerle hayatlar karatılarak Silivri, Hasdal, Mamak ve diğer zindan ve TOPLAMA KAMPLARINDA ESİR EDİLEN TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN ŞEREFLİ MENSUPLARINA yapılanlarla, ŞEHİTLERE SAHİP ÇIKMAMAK da yanlış idi. Demokratik her
eylemin yanındayız, hakkını demokratik yöntemlerle arayan
herkesin hakkına saygı duyarız. Ancak sokak terörü ve şiddet uygulayarak yakıp yıkan eşkiya güruhuna da asla prim verilmemelidir.Demokratik taleplerle meydana çıkan vatandaşlar, kamu mallarını yakıp yıkarak “ülke severliklerini” gösteren, dükkanları yakıp yıkıp yağmalayarak “emekten yana” duruşlarını sergileyenlerin oyununa gelmemelidirler. Her türlü sağduyulu yaklaşıma rağmen şiddet isteyen, kan içmek isteyen azgın provokatörler, kimi zaman etnik yapılanmaları da işin içine
katarak kandırdıkları masum-mazlum göstericileri kullanmaktadır, Güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanarak olayları engelleme çabası hatalıdır. Olayları yatıştırmak üzere kullanılan siyaset dili de hatalı olabilir. Ama bunların bahane edilerek ülkemizi kaos ortamına sürükleme çabalarına da başta bizim gibi VATAN SEVDALILARI olmak üzere sağduyulu TÜRK MİLLETİ izin vermeyecektir. Kaostan, çatışmalardan beslenen bir iktidar karşımızda. “Öfke ve nefret” bu ülkenin Başbakan’ın ülkeyi yönetme biçimi. Ve tabii emrindekilerin de. Türlü rüşvet ve yolsuzluğun göbeğindeki Bakan çocuklarının
kısa sürede serbest bırakılması karşısında “adalet yerini buldu” demesinin, Bilal oğlanı dokunulmazlık zırhı arkasında saklamasının da hesabı sorulacak bir gün. Yolsuzlukların üstünü örtmek için “kin ve nefret” söylemine bel bağlamanın da... Emin olun... Kara kaşları, kömür gözleri ile sonsuzluğa uğurlağımız Berkin’in bize emaneti ekmek ve umut. Zaten elimizde başka şey de kalmadı... Kürt, Türk, Sünni, Alevi, dinci, laik, Fenerli, GS’li, liberal, ulusalcı diye bölündük durduk... Keşke dürüst-hilekâr, namuslu-hırsız ,vatansever-hain diye bölünebilseydik.... Demokratik hak aramak üzere meydanda olan ile provokatif amaçlarla meydanda olanlar ayırd edilmeli, güvenlik tedbirleri konusunda gereken yapılmalıdır.Merhum Berkin'in cenazesine katılanlar ile katılmayanlar arasına kin sokmaya çalışanlar var. Ne yazık ki onların ekmeğine yağ süren bilinçsiz ve gerçekleri görmeyen kişiler var aramızda.. Siz karşılıklı taraflar değilsiniz. Siz aynı taraftasınız. Asıl karşı taraf ise, Malazgirt’te, Mohaç’ta, Çanakkale’de, İstiklal Harbinde karşınıza çıkanlar.. Sizi Afrika’dan, Kafkasya’dan, Balkanlar’dan söküp sürenler ,PKK başta olmak üzere teröre destek verenler Asıl düşmanlar onlar.. Şimdi herkes taraf. Nerden taraf? Kimse ümitle bekleyen, gelecekte Güçlü Türkiye idealine inanmış, bunu öğütlemiş, evlatlarına bu ruhu vermiş Anadolu Anasından taraf değil.
Kimse dağlarda bitlenmiş yarı aç bekleyen, şehit olmuş kahraman Mehmetçiğin yetimlerinden taraf değil.
Kimse ülkede sosyal adalet olsun, refah olsun, ülke gelişsin gibi bir kaygıdan yana değil.
Kimse ortak ve büyük düşmana karşı omuz omuza olmaktan yana değil. .Bu durumdan yararlanmak isteyen, Başta gizli kapaklı dolaplar çeviren , rant vampiri konumunda olan , açılım zırvasıyla PKK nın ekmeğine yağ süren AKP ve antidemokratik süreçlere payandalık eden bu güruh, eski alışkanlıkları ile derhal harekete geçmiş, demokratik eylemlerini sokak terörü ile birleştirmekten imtina etmemişlerdir.KAOS dan nemalanan kendi ideolojik saplantılarını meydanlardaki halkın demokratik çabalarının arkasına gizlemek isteyen kimi sendikalar ve sivil toplum örgütleri de, bulanık suda balık avlama çabası içine girmişlerdir.
İpek DENİZ : Sevgili AKP seçmeni,
Bugüne kadar sana hiç böyle seslenen olmamıştı değil mi?
Bidon kafa, göbeğini kaşıyan adam, koyun... Biliyorum hep
bu şekilde hitap ettiler...
Bu yüzden sen de sana böyle seslenenlere güvenemedin. Haklısın...
Bak kardeşim, sence de bir şeyler ters gitmiyor mu?
Bundan 5-6 yıl önce Ergenekon ile gazetecilerimiz, akademisyenlerimiz Balyoz ile de askerlerimiz sahte delillerle hapsedildi, sesini çıkarmadın.
Sana dediler ki, "Bunlar darbeciydi!"
Senin topraklarını yabancılara peşkeş çektiler, sesini çıkarmadın.
Sana dediler ki, "Özelleştiriyoruz."
Parasız eğitim isteyen öğrencileri içeri attılar.
Sana dedilerki, "Bunlar anarşikti."
Benzin zammında dünya lideri olduk, sesini çıkarmadın.
Sana dedilerki "Petrol fiyatları arttığında bizimki de artıyor,
biz bir şey yapamayız."
Milliyetçiliği ayaklar altına aldı, yine sesin çıkmadı.
Sana dedilerki "Irkçı yaklaşımlara izin vermeyiz."
Ülkenin doğusunda ayrı bir otorite kuruldu, sesini çıkarmadın.
Sana dedilerki "Kürt sorununu çözüyoruz."
Gülen ile AKP ülkeyi paylaşamadı kavga ettiler...
Sana dedilerki, "Bunlar hep paralel devlet."
Bakanın oğlunun evinden ayakkabı kutusunda paralar çıktı...
Sana dedilerki "Evinden para çıkan herkes hırsız mı oluyor?"
En son, hakkında 11 tane ses kaydı çıktı...
İlk ses kaydından sonra yalnızca "Montaj, dublaj." dedi, bir
daha da yorum yapmadı.
Düşün kardeşim, istese belge ile ispat edemez mi? Eder.
Neden ispat edemiyor?
Hem hadi ülkeyi boşverdin, o evden çıkan paralarda senin paralarında var.
Her fani bir gün ölümü tadacaktır bilirsin, iktidarlarında sonu
vardır unutma!
Demem o ki, aynı vatanı paylaştığın insanlara kulak ver...
Bugüne kadar sana hiç böyle seslenen olmamıştı değil mi?
Bidon kafa, göbeğini kaşıyan adam, koyun... Biliyorum hep
bu şekilde hitap ettiler...
Bu yüzden sen de sana böyle seslenenlere güvenemedin. Haklısın...
Bak kardeşim, sence de bir şeyler ters gitmiyor mu?
Bundan 5-6 yıl önce Ergenekon ile gazetecilerimiz, akademisyenlerimiz Balyoz ile de askerlerimiz sahte delillerle hapsedildi, sesini çıkarmadın.
Sana dediler ki, "Bunlar darbeciydi!"
Senin topraklarını yabancılara peşkeş çektiler, sesini çıkarmadın.
Sana dediler ki, "Özelleştiriyoruz."
Parasız eğitim isteyen öğrencileri içeri attılar.
Sana dedilerki, "Bunlar anarşikti."
Benzin zammında dünya lideri olduk, sesini çıkarmadın.
Sana dedilerki "Petrol fiyatları arttığında bizimki de artıyor,
biz bir şey yapamayız."
Milliyetçiliği ayaklar altına aldı, yine sesin çıkmadı.
Sana dedilerki "Irkçı yaklaşımlara izin vermeyiz."
Ülkenin doğusunda ayrı bir otorite kuruldu, sesini çıkarmadın.
Sana dedilerki "Kürt sorununu çözüyoruz."
Gülen ile AKP ülkeyi paylaşamadı kavga ettiler...
Sana dedilerki, "Bunlar hep paralel devlet."
Bakanın oğlunun evinden ayakkabı kutusunda paralar çıktı...
Sana dedilerki "Evinden para çıkan herkes hırsız mı oluyor?"
En son, hakkında 11 tane ses kaydı çıktı...
İlk ses kaydından sonra yalnızca "Montaj, dublaj." dedi, bir
daha da yorum yapmadı.
Düşün kardeşim, istese belge ile ispat edemez mi? Eder.
Neden ispat edemiyor?
Hem hadi ülkeyi boşverdin, o evden çıkan paralarda senin paralarında var.
Her fani bir gün ölümü tadacaktır bilirsin, iktidarlarında sonu
vardır unutma!
Demem o ki, aynı vatanı paylaştığın insanlara kulak ver...